Bu devirde ses’lerin gücünden çekinen insanları gördükçe, izledikçe garipsemiyorum çünkü her zaman seslere karşı bir kesimin alerjisi olmuştur. Yaşamı seslere, kelimelere, cümlelere zehir etmenin kime ne yararı olabilir ki? Kendi gölgesinden korkup başka gölgelere sığınan bir insan ancak ses’lerden kaçabilir.
Gece geç vakitte başlar yoğun öyküler, kirli söylenceler. Boşlukta kaybolan ya da kaybettirilen kara kaplı deflerler yığılır üst üste. Kiminin defteri önceden dürülmüştür, henüz sesler şekillenmeden, ceza verilmiştir binlerce yıl önceden. Yazısı seslere dönüşmeden yani emeklemeden defteri kapanmıştır onun. Kimi cezadan dönmüştür, yazgısına inat varolmanın hazzını tatmıştır. Kimisi de kuzu kuzu sahibinin peşinden gitmiştir, el eteğe ince ayar verip ses çıkarmadan, elleri ayakları üşümeden, yorulmadan, dalları budamadan, kara kışın kapısını çalmadan.
Biri diğerine benzeyen, kalıplaşmış değerler içinde fazlasıyla kaybolan ve gittikçe çoğalan anlayışların hatırına mizah yazılmıyor, yazılamıyor artık.
Marko Paşa’yı bileniniz vardır, aslında içeriğini çok merak ettiğim bir dergi. 1946 ‘da yayın hayatına başlayan bu mizah dergisi Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz tarafından çıkarılmıştır. Bu dergi aynı zamanda Türk basın tarihinin de en yüksek tirajlı dergilerinden imiş. O dönemde sisteme muhalif, toplumsal aksaklıkları dile getirme misyonuyla yola koyulan derginin başına gelmeyen kalmamış. O dönemin toplumcu- gerçekçi sanatçıları tarafından çıkarılan bu dergi , halkın mizah anlayışını da yansıtması bakımından önem taşımıştır. Bu dergiyle ilgili okuduğum bir yazı dikkatimi çekmişti: Marko Paşa ‘’Toplatılmadığı zamanlar çıkar.’’ veya ‘’ Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.’’ diye. Fazla söze gerek var mı bilmiyorum. Üstelik dergi her kapatıldığında farklı bir adla ama aynı içerikle okuyucusunun karşısına çıkar Her dönemde, basının muhalif sesi olanlar, basının gücüne inanan insanlar sistem tarafından bir şekilde, geçmişte de günümüzde de mağdur edilmişlerdir.
Birkaç gün önce Dünya Basın Günü’ydü. Bazı gazete patronları bu günü hangi özel etkinliklerle kutladılar bilemiyorum ama; bildiğim bir şey var, o da ülkemizin basın özgürlüğü konusunda sicilinin pek parlak olmadığıdır.
Dünyada ve ülkemizde ekonomik, siyasi gücü elinde bulunduran bazı sermayedar ve devlet adamları basına karşı sergiledikleri tutumla sınıfta kalmışlardır. Özgürlük anlayışlarını basını kontrol etmede bulan, bazen çok uzaklarda olsalar da ruhlarıyla basına tahakküm kuran bu kişiler ne yazık ki bulundukları ortamlarda insan haklarından, özgürlüklerden rahatlıkla bahseder olmuşlardır.
Hoşgörü zifiri karanlıkta kayboldu, her kesim el yordamıyla onu aramaya çalışıyor aslında ama onu bir türlü bulamıyorlar nedense. Kendilerini insanlığın huzurunda ak pak gösterip işine gelmedi mi ya da düşüncelerine ters düştü mü basın emekçilerine aba altında sobayı göstermeyi marifet sayabiliyorlar.
Hoşgörü aslında yanımızda, yakınımızda tutunamayıp Kafdağı’na sığındı. Binlerce yıldır orayı mekan belleyip asıl sahibini bekliyor . Bir gün yolunuz düşerse bu masal dağına , adını sanını duymadığınız çiçeklere basmadan, patronunuzun da kaşları her dakika sizin çatılmıyorsa hoşgörüyü mutlaka ziyaret edin.