İnsan ya da toplumla ilgili her şey yazılabilir, gerektiğinde kara mizaha da başvurulabilir.
Neyi, nasıl yazacağı ise kişinin kendisinin karar vermesi gereken bir durumdur. Yazar yalnız güldürme amaçlı yazdığında, ‘ içi boş ‘ diye eleştiriliyor. Güldürmeyle birlikte düşündürmeyi ön plana çıkarttığında ‘ kara mizah’ diye eleştiriliyor. Gerçekleri dile getirdiğinde ise topyekun eleştiri bombardımanına tutuluyor. Gerçek yazar ya da gazeteci..hangi kılığa girsin, hangi kılıfa sarsın sözcüklerini? Sözcükler de şaştı sahibinin elinde, kime bilenip kime kaş göz işareti yapacağını bilemez duruma düştü. Olup bitenleri görmezden gelip her dakika ekmeğinize yağ mı sürsün mesela?
Siz kendinize yeni gazeteciler ya da yazarlar tayin edin ki içiniz rahat olsun, uykularınız kaçmasın. Diğer yazarların durumuna gelince, iyisi mi siz oturup onların neler yazacağını düşünün, onlar adına karar verin, hatta mümkünse düşüncelerinizi yazıp postalayın veya e mail atın, ondan sonra onlar gerekeni yapar. Aksi takdirde ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.’ söylemi kendiliğinden hayat bulur.
Eskilere bir uzanın keyiflice, arkanıza yaslanıp gözlerinizi kapatın. Kocaman bir odaya girip aşıkların meclisine ayak bastığınızı hayal edin. ( Mümkünse elektrikler kesik,her şey masal tadında olsun istiyorum.) Her ne kadar bu gelenek teknolojiye yenildiyse de hayal dünyamızın sınırlarında ona yeniden var olma imkanı sağlayabilirsiniz.. Aşıkların meclisinde usta ve çırakların konumu farklıydı., halk edebiyatında usta- çırak geleneği önemliydi çünkü. Usta, sözünü tartıp biçerdi, dillendirilen dizenin bir ağırlığı, toplumda bir karşılığı vardı. Öyle her önüne gelene el vermez, gerçekten saz çalabilme ve şiir söyleme, üretme yeteneğine sahip olana yeşil ışık yakardı. Usta şair saza ve söze yeteneği olan bir genci kendine çırak edinir, saz ve söz meclislerine götürürdü. Zamanı gelince ustasından izin alan çırak saz çalıp şiirlerini söylemeye başlardı. Bu gelenek bana yaşadığımız dünyada ‘usta – çırak’ ilişkisini değil de ‘ usta- uslu’ olmayı hatırlatıyor. Usta, patronundur ya da yaşadığın her yerde karşına çıkandır, emeğine göz koyup seni açlıkla terbiye edendir, her bakışta niyet okuyandır.
Yoksa her gün işçi ölümleri olur muydu?
Haber bültenlerinde ve alt yazılarda ‘ 4 işçi daha öldü.’ denilir miydi?
Sen bütün bunlara karşı çıkmayacaksın ve uslu olmayı öğreneceksin, aksi takdirde köteği yersin ya da şiddetin nefesini ensende hissedersin. Çırak olup bir gün patronuna ‘ Ben de senin yerine geçebilirim.’ düşüncesinin filizlenmemesi için ‘ uslu’ olman gerektiği düşüncesi aşılanır önce. Sonra Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma korkusunu iliklerinde hissedersin. Donsuzun gönlünde dokuz top bez geçse de kaderine razı gelmekten başka bir şansın kalmadığını geç de olsa öğreneceksin..
Bize de çok şey öğretildi:
Günü gelir sana da, çocuksan ‘uslu olmayı’, kadınsan ‘uslu durmayı ‘,
erkeksen hükmetmeyi ve tüm güçlerini kullanmayı, yazarsan ve farklı düşünüyorsan ‘uslu kelimeler seçmeyi’ öğretecekler. Öyle sağa sola yalpalamak, kara kışla inatlaşmak yok.
Ve bütün bunları yaşayarak öğreneceksin.
Karar senin.
Ya topalla gezip aksamayı öğreneceksin.
Ya da toprağını işleyip ekmeğini dişleyeceksin.