Marifet utanç biriktirmek değildir ellerinde, utancın olmadığı bir dünya yaratmaktır. O da mümkünse…
Gecenin merhameti yok, karanlık bir kabus gibi çöker kendini insanlığa feda edenlerin üstüne. Ne umuttur karanlığa sırtını veren güç ne de aşktır. Karanlık , tüm kirli işlerin yürütücülerine aralık tutar kapılarını..
Siz de onlardan biri olmayın, yasakların kölesi olarak nam salmayın çocukların dünyasında. Ne sen- ben kavgası vardır orada ne de siyasetin cilveleri. Her şey sahicidir, ta ki onları da kendimize benzetene kadar.
Hoşuna gitmeyen durumları ’sessiz yığınların öfkesi ‘deyip bir kulp takmaya çalışırsanız o kulp her defasında yüreğinizi incitir, hepimize zarar verir. Sessiz yığınların tepkisi ‘ Herkes benimle aynı haklara sahiptir’e dönüşse o işin kaybedeni olmaz. Maziye sığınıp geleceği de onda görmeye çalışırsan hayatın en meşakkatli yolunu seçmişsin, demektir. Acıyı acıyla, göz yaşını kederle yarıştırırsan bunun adı intikam yemini olur. Bu tür nasihatlere herkesin karnının tok olduğu söylenilir. Uygulamaya gelince ‘ Bana o sözü söyleyene benim de bir çift lafım var, diyerek yarıştan kopmadığımızı her defasında başkalarına gösterme gayretinde bulunuruz.
Yazacaksın, neyi nasıl yazdığını bilmeden yazacaksın.
Bütün aldatıcı zaferlerin kılıçların ürünü olduğunu yazacaksın. Medeniyetlerin temelinin düşünce’den teşekkül ettiğini yazarsan kapıda bulursun kendini. Yıkama yağlama faaliyetlerini beceremiyorsan büyük gazete patronlarının ve siyasetin kulvarından at koşturmayacaksın.
Yazacaksın ki bahar çiçeklerle çalsın kapını. Her çiçeğin yanında bir böcek bedava, bu da siyasetin halka en kral ve kıyak kampanyası. Hava da su da bedava diyesim geliyor; fakat diyemiyorum, her ikisi de bedava olma özelliğini kaybetti çoktan.
Hop oturup hop kalkacaksın arada, tribünlere oynayıp nabza göre şerbet vereceksin. Siyaset dediğin biraz da bu değil mi? Kim takıyor siyasetin bilimsel tanımına? Kim ‘’ Onur ‘’ kelimesiyle siyaseti yan yana getiriyor bu devirde, olacak iş mi? Normal şartlarda Adıyaman’ da Salih Fırat’ın reklamı bu kadar iyi ( !) yapılabilir miydi? Tuhaflıklarımız bununla da bitmiyor. Seçim arifelerinde güllük gülistanlık bir ülkeyi bize vadedenler seçim sonrasında sadece dikenlerini batırmakla yetiniyorlar. Biz de her defasında denenmişi deniyoruz., sanki ilk defa başımıza böyle bir olay gelmiş gibi de şaşırıyoruz. Hala anlamış değilim bu tuhaflığı.
Bir tuhaflık da başka yerden hortluyor. Normal şartlarda hak hukuk çerçevesinde olması gerekenleri bile , örneğin temel insani hakları ‘’ veriyoruz’’ deyip gönül okşayıcı sözlerle karşımıza çıkanlara alkış tutuyoruz.
Bireysel menfaatin peşinden giden zavallıların durumunu daha da trajik hale koymanın anlamı yok. Koca koca adamlar, bazı gazeteciler- yazarlar ekranlarda boy gösterip birilerinin ekmeğine yağ sürüp kelimelerini balla süsledikten kısa süre sonra bakıyorsunuz ki makamları hazır. Bu işin görünen tarafı, işin görünmeyen kısmındaki pazarlıkları da bilemiyoruz. Er ya da geç o pazarlıklar da deşifre olunur elbet.
Siyaset kurumu bana güven vermiyor; çünkü ‘’ çıkar’’ üzerine kurulu anlayışlar , kurumlar güvensizliği kural haline getiriyor. Bizler ‘’ yarın’ı düşünerek adım attığımızda bu güvensizlik önümüze set çekiyor.
Ses’ler yitirildiğin de onur da yitirilmiş olur.