48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali programını izledim. Programı izlerken hem hüzünleniyorsunuz hem de tebessüm ediyorsunuz.
Tebessüm ediyorsunuz; çünkü 1979 ve 1980 yıllarında sansürden nasibini alan filmlere – ki özellikle emek eksenli filmler— kadirbilirlik gösterip onlara o zaman hak ettikleri fakat alamadıkları ödülleri verdiler. 31-32 yıl aradan sonra da olsa güzel bir jest bence, ödülün Sürü filmine gitmesi de yasaklara karşı en güzel cevaptı sanırım. Bu davranış, günün birinde birilerinin canı sıkıldığında haydi bir şeyler yapalım, diyecek olanların da hevesini kursağında bırakır. Bu yılki festivalin bir başka önemi de ‘’kadın’’ temasına vurgu yapmasıdır. Eylül 2011’de 21 kadının katledilmesini düşününce bu konunun ne kadar vahim olduğu anlaşılıyor. Bu aya ( ekim ayı) yine kadın cinayetleri haberleriyle girdik maalesef. Özellikle kadın ve çocukların sesi olma noktasında bu konuları her defasında yazacağız. ‘’Namus’’ adı altında vahşiliğini, ikiyüzlülüğünü masum kılmaya çalışan embesillere inat biz her zaman ayakta olacağız.
Her dönem sanata farklı anlamlar yüklenilmiştir. Dönemin zihniyetiyle şekillenen sanat kendini özgür kılabilmek için çeşitli mecralarda akıp gitmiştir ve medeniyeti şekillendiren en önemli unsurlardan biri olmuştur. Sanat anlayışları farklı olsa da sanatçı topluma ruh veren, onları dirilten bir pozisyona sahiptir. Gerçek sanatçı topluma asla yüz çeviremez, çıkarcı olamaz, rüzgarın yönüne göre kendini şekillendirmez , hele asla ‘’ dönek’’ olamaz. Gerçek sanatçı muhaliftir, iş olsun diye değil; hakkın hukukun yanındadır, ezilmişlerin, haksızlığa uğrayanların umududur. Sanatçı bütün bunları gerçekleştirirken elbette eserlerini her şeye aracı kılıp onları değersizleştirecek değil, fakat duruşuyla kitlelerden farklı olduğunu hissettirebilmelidir. Bütün bunlardan sonra tüm çabaları güme gitse de onların değeri bir gün başkaları tarafından anlaşılacaktır.
Bu yıl Altın Portakal’ da sanatta sosyal sorumluluk ödülünü alan Rutkay Aziz’ in mesajlarını çok anlamlı ve önemli buldum. Konuşmasının bir yerinde Geothe’nin ‘’ Dünyanın en tehlikeli hali cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir.’’ sözünü kullandı. Geothe sanki bizden biriydi ve yıllarca aramızda yaşamıştı. Tam da bizi anlatan ve günümüze denk düşen bu anlamlı sözü alkışlamak dışında yapacağımız bir şey yok. Goethe sanki toplumumuzun içler acısı haline vurgu yapıyordu yattığı yerden.
‘’Gerçek sanatçılar ülkesinin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür.’’ dedi Rutkay Aziz .
Tanık olmak istemeyenlere ne diyeceksiniz?
Festival film festivali olunca aklıma günümüzün dizileri ve sinema geliyor doğal olarak. Sosyal içerikli, yani toplumun bozuk yapısını irdeleyen, eleştiren, orta halli insanların dramatik hallerini gözler önüne seren filmlerle daha çok komedi tarzında düşünme’den yoksun, argo ve bel altı şakaların bolca kullanıldığı filmlerin izlenme oranını düşününce üzülüyorsunuz; çünkü aralarında uçurum var. Düşünün ki ülkemizde tüm zamanların en çok izlenen filmlerin başında Recep İvedik geliyor. Bunun yanında toplumsal yaralara parmak basan ve bir devrin filmi olarak adlandırılabilecek filmler de daha az izleniliyor. Tabi bunda medyanın bu konulardaki tutumunu da göz ardı etmemek gerekir, kanımca medya da çok düşünen bir toplum istemiyor. Örneğin din ile dünyanın gerekleri arasında sıkışan bireyin gerçek iç dünyasını yansıtan TAKVA, töreyi, kadına yönelik şiddeti ve kadının ikinci sınıf vatandaşlığını sorgulayan MUTLULUK, inancı ve azmi aşılayan , bir dönemden kesit sunan DEVRİM ARABALARI ve daha nice sosyal içerikli filmlerin izlenme oranı komedi filmlerinden daha az olunca toplum olarak sanata bakış açımız da kendiliğinden ortaya çıkıyor.