Günümüzde boşanmalar hızla artıyor. Medyada bu konu gündeme gelince aynı günün akşamında konuyla ilgili tartışma programlarını izlemek mümkündür.
Kadın umutsuz bir vaka, erkekse umuda giden yol… Asırlarca süren egemen bir mantığın özeti.
Hayat her şeyden önce payına düşeni onurluca omuzlayabilmektir. Bu payına düşme olayı gökten zembille inilmiyor yalnız. İnsanın hayata bakış açısı, çalışma şartları, psikolojisi bu yükün ağırlığını etkiliyor.
Kiminin yükü az, kimininse çok… Yükünüzün çok olduğunu düşünüyorsanız üzülmenize hiç gerek yok, ne de olsa bazı aile ve evlilik terapistleri bir telefon kadar yakın size. Kırk yıl düşünseydim bazı evlilik terapistlerinin reklamını yapacağımı ( !) bilmezdim. Reklamın iyisi kötüsü olmazmış! Evlilik programlarından ve dizilerden başınızı kaldırma fırsatı bulursanız kardeş kanalda sizi bekleyen bir terapisti bulabilirsiniz.
Artık canınız sıkıldığında ekranlarda modern zamanların müneccimi görünümündeki aile ve evlilik terapistlerinin orijinal fikirleriyle ( ! ) hayatı anlamaya çalışabilirsiniz. Hatta evliliğinizi sorgulayıp nerede, nasıl bir hata yaptığınızı da görebilirsiniz. Günümüzde artan boşanmalara bakıp kadın ve erkeğin inancını sorgulama hakkını da kendinizde bulabilirsiniz.
Hayatı sadece bir kadından ya da erkekten ibaret görme hastalığı yayılıyor. Boşanma nedenlerinde de durum değişmiyor. Tüm olumsuzlukları birine yükleme çabamız toplumda ciddi anlamda karşılık buluyor. Halbuki insanların anlaşamamalarında, hayatlarını ortak sürdürememelerinde bir suçlu aramak doğru değildir. Bu terapistlerin dünyasında insan hakkı, hukuku gibi kavramlar, yerini sabra, tevekküle ve iyi bir eş olmaya bırakmış ne yazık ki .
İyi bir eş nasıl oluyor, bilmiyorum; bilen biri varsa açıklasın, lütfen!.
Ekonomik şartlar, çalışma koşulları, kadına bakış açısı, değişen dünya düzeni, kadının çalışma hayatında yer almaya başlaması ve bireysel tercihleri bir yana bırakıp kadınların evlilikte erkeklerini ellerinde tutmaları ve evliliklerinde sabırlı olmaları gerektiğiyle ilgili mantığınızı mesnetsiz düşüncelere dayandırırsanız sizden de iyi bir aile terapisti ( ! ) çıkar. Bu ilkel düşünceler karşısında sosyoloji ve psikoloji bilimi sınıfta kalır herhalde.
Hangi olay(lar)ın sosyolojik alt yapısına bakılıyor ki? Yeter ki tutturduğun yolda bazı sloganların gölgesine sığınasın, gerisi boş hikaye.
1 Mayıs bir kez daha işçi ve emekçi sınıfının durumunu gözler önüne serdi. Tüm olumsuzluklara rağmen emekle, işgücüyle ilgili masalların anlatılması gerçekten komedi.
İşçi çocukların dramı kimin umurunda?
Sigortasız çalıştırılan, emeği çalınan, mesaiyi arttırıp ücreti azaltılan kadın ve erkeklerin çalışma şartları ve uğradığı haksızlıklar, hangi terapistin umurunda? Sermaye sınıfı her dönemde kendi piyasasını oluştururken özellikle kadını bir şekilde eve kapatmaya, çocuk doğurmaya; iş yaşamında ise daha düşük ücretle esnek, güvencesiz çalışmayı uygun bulur. Bu uzun kollu patronlar çalışma şartlarını , sahalarını kendileri belirler. Kadını aktif, başarılı, eşit şartlarda eşit verimliliğe sahip bir birey olarak değil, ucuza çalıştırılacak yardımcı eleman olarak görür.
Çalışmak, aile bütçesine katkıda bulunmak, kendini toplumuna ifade edebilen bir birey olarak görme anlayışı, yaşama sınır koymayı seven insanları yorar, yıpratır. Çünkü o küçücük dünyada kadınların görevleri sıralanmıştır. Bu sıralardan birinin kayması kural koyucuyu huzursuz eder. Bu huzursuzluk başta aile içi şiddete neden olmaktadır. Bundan sonrası -toplumumuzda belli bir yere oturtulmayan - psikoloji ve sosyoloji bilimini ilgilendirmektedir, izniniz olursa!