Dik duruşları unuttum, uyuma haliyle uyanma halini topladım, ortaya trajikomik bir durum çıktı, uyuma hali her defasında galip geldi. Hesaplarda bir karışıklık var, hesap uzmanı olmadığım için basit yap bozlarla günümü geçirmeye karar verdim. Laf aramızda bunda da başarılı olamadım.
Üç beş satır karaladım boş çıktı, birkaç dize döktüm kağıda, loş ışıkta fazlaca romantik göründü. Kendimi ciddiye aldım, birkaç okkalı cümleyle bilimsellikten dem vurayım dedim, çırak kaldım, evrim teorisine ulaşamadım. Toplumsal kazanda kaynayayım dedim, onda da çok fazla suç unsuru vardı. Neymiş özgürlüğün sınırıymış, eşitlikmiş, adaletmiş, kadın, çocuk veya daha geneli insan haklarıymış ( malum aralık ayındayız) …. Çaktırmayın bunları dile getirmek ya da yazmak fazla lükse girdi, ateşten gömlek oluverdi.
Bir fıkra uydurayım dedim, Nasrettin Hoca’dan çekindim. Temel’in beni boğazlamasından korktum. Velhasıl Nasrettin Hoca’nın affına sığınarak ipe un sermekten başka çarem kalmadı.
Boş geçmiyor günümüz - bu özlemi çekilen bir şey olmalı- her anı dolu dolu( !) yaşıyoruz. Enine hızla genişliyoruz, boyuna şişmanlıyoruz, jet hızıyla çoğalıyoruz. Diyet listelerimiz günlük değişiyor, tıpta devayı bulamazsak aktarlarımıza koşuyoruz; her alanda uzmanlar maşallah. Hem kalbi onarıyorlar hem de beyni, aklınızda bulunsun yakında aşk doktorluğuna da başlayacaklarmış.
Enerjimiz tükenmiyor, yaşamın her anına müdahil oluyoruz. , akıyoruz, coşuyoruz; ister tersine ister düzüne fark etmiyor. Bazen söylediklerimize kendimiz de inanmıyoruz. Her şeye burnuna sokmak gibi bir görevimiz, her konuda fikir yürütmek gibi bir anlayışımız olduğundan yaz kış demeden tüm mevsimlere karışıyoruz. Bu anlayışlardan ötürü şahsi meseleleri, memleket meselesi yapıveriyoruz.
Sporda şikeye başvurmuyoruz, söylenenler külliyen yalan, söyleyenler de yalancı. Ufak tefek bir şeyler yaptık diye kıyameti kopardılar, sanki bizden öncekiler hiçbir şey yapmamış gibi. Neyse canım şu şike yasası asılan suratımı biraz olsun güldürdü, asıl şike neymiş bundan sonra görecekler.
Hele reyting diye bir kavgamız olamaz bile, şike asla, zaten herkes bizi izliyor. Seksen yaşındaki adam ekranda göbek atmak istiyor, çıkartıp oynatıyoruz; genç kızlar daha varlıklı eşlere sahip olmak için bize baş vuruyorlar. Ebeveynlerinin gözü arkada kalmasın kendi çocuklarımız gibi bakıyoruz onlara. Sonra da kadın programlarımıza ve dizilerimize dil uzatıyorlar, ne hakları varsa . Toplumun kanayan yaralarına merhem sürüyoruz merhem, bunu biliyor musunuz?
Aydınlara ihtiyacımız yok, bazıları köşelerinde daha rahat uyuyabilirler. Hatta bir kısım liberaller daha halis rüyalar görmeye de devam edebilirler. Yakında rüya tabirlerine de el atacağım, haberiniz olsun.
Sosyologlara ihtiyacımız yok, onlar aile sosyolojisiyle ilgilenebilirler, kendi ailevi sorunlarının dışına çıkmamak şartıyla. Zaten toplumda ailede şiddet diye bir sorunumuz yok. Baktılar ki bu iş yürümüyor, onlar da bir topun peşinde koşabilirler, başka meslekler torbaya mı girdi?
Cüp.. cüp… cüp…
Tövbe tövbe de çarpılacaksın, ağzın gözün yamulacak! Ağzın yamulmasını anladım da, bu göz nasıl yamulur onu bir türlü anlayamadım, küçüklüğümden beri onu düşünüyorum. Baksanıza arkasından yürüyen binlerce kişi ‘ hepimiz bilmem kimiz’ diyor. Bilmeyen de düşünce suçundan bir araya geldiklerini sanır.
İlk yalanımız evde başladı., büyüklerimizden öğrendik, her küçük yalanda yüzlerindeki gülümsemeden feyiz aldık.. Şakacıktan başlayan küçük yalanlar kumdan yapılmış devasa binaların ruhsatlarına süslü imzalar şeklinde girdi. Büyüdük, evlendik, barklandık yalanlarımız da büyüdü; çıkmaz sokaklara açtı tüm kapıları. Bu da hoş karşılandı, alkış aldı; huylu huyundan vazgeçmez kılıfına büründürülerek iğne çalanın günün birinde altın çalabileceği düşünülmedi.