Savaş ve yıkımlardan usanan ulusların geleceği kurarlarken sağlam adımlar atacaklarını zannederiz. Bu konudaki tecrübeleri bize her zaman söyleyecek sözü olduğunu düşündürür. Maalesef düşündüğümüzün hep tersini yaşarız.
Yaşamı şekillendirmek adına en küçük adımların bile hesabı yapılıyor. Bir işin tanımını yapıp gerisini palavralarla doldurmak kısa süreliğine inandırıcı hatta başarılı olabilir. Kısa süreliğine de olsa insanları düşüncelerinin doğruluğuna inandırabilirsin. Ama zaman er ya da geç tüm oyunları çıkarmada bir ustadır, bunu unutmaman gerekir.
George Wells bir sözünde ‘’ Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun..’’ der. Cüzdanınızı vicdanınızdan çok düşünüyorsanız ya da ilerde geleceğiniz mevkide, yolun yalaklıktan geçtiğini düşüyorsanız elbette gerçekleri savunmak gibi bir kaygınız olamaz. Bazı mürekkep yalamışların bu yöndeki çabalarının neden olduğu trajikomik hallerini düşündükçe hem zoraki gülümsemeden hem de üzülmeden alamıyorum kendimi.
Hangi dönem bu kadar çok soru ve sorunlarla muhatap oldunuz, hiç düşündünüz mü?
Sorular, sorular… Eskiden kimsenin kafasında bu kadar çok soru yoktu veya sorunlar bu kadar çok değildi. Yahut sorunlar vardı da bu kadar dallanıp budaklandırılmıyordu. Zayıf hafızamızı biraz yoklarsak nedenlerini sorgulayabiliriz belki.
Toplumu ilgilendiren konularda ciddi ve uzun süreli politikalar üretmek gerekir. Bunu bir elbise olarak düşünemezsiniz; yani her kalıba uygun elbise uydururum, çok pahalıya satamazsam da sürümden kazanırım, diyemezsiniz. Her insanın durumunu gözetmeden alınan kararlar geçici olarak birilerini mutlu edebilir; fakat bizim böyle bir lüksümüz olamaz, çünkü hak ihlaline uğramış ya da uğrayan bir kişi bile olsa onu gözden çıkaramayız. Bunu sağlamadığınız zaman, gün gelir birileri de sizin bedeninize uymayan elbiseler diker, o zaman ne yaparsınız? Bir iş intikam alma duygusuyla yapıldığında bunun sonu gelmez. İnsanları fırsat kollama yarışına sokmuş olursunuz ki bu da kimseye bir fayda sağlamaz.
Eski- yeni tartışmalarından çokça çekmiş ve bu uğurda yazılan sayısız kitapları tozlu raflara kaldırmış insanlarız. Bundandır ki ötekileştirme kodlarının topluma ne tür hissiyatlar yeşerttiğini bilmemiz gerekir.
Yeni ya da reform diye nitelendirilip yapılan işlerle ilgili süregelen tartışmalar gösteriyor ki yapılmak istenilenler medeniyeti inşa etme değil, bir alanda görülen eksiklikleri giderme değil tamamen rövanş alma, intikam duygusuyla hareket etmedir. Bir zamanlar kendilerine yapılanı hazmedemeyenler bugün başka eğilimleri olan insanlara aynı şeyi yapmaktadırlar. Hatta bunu açık açık ifade ediyorlar. Gönül isterdi ki ötekileştirmeden, herkesi kucaklayan bir yaklaşım sergilenseydi. Ve yine gönül isterdi ki ötekileştirilen insanların gösterdiği çabayı da bazı vicdanlar görseydi.
Bu bir roman ya da hikaye değil ki kurgusu hakkında yorum yapalım ya da konuyu tartışalım; bu bir mısra değil ki duygulanma anında ya da bir dost meclisinde gönlün sultanlarına sunalım..
Birini dinlerken onun üslubu, olayları sunma tarzı karşıdaki insana ya da insanlara hangi gözle baktığını çıkarabiliriz. Bunun için medyum olmaya gerek yok.
Kimseyi dinlememe, kendisi gibi düşünenler dışında, herkese , her kesime meydan okumak; sembolik uygulamaları büyük başarılar gibi sunmak gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
"Her gün bir yerden bir yere göçmek ne iyi / Her gün bir yere konmak ne güzel/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/ Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" der Mevlana.