Düşünmenin adresi yok, diyorum medyayı takip edince. Basit ve kalıplaşmış başlıklarla topluma ön ayak olmaya çalışıyorlar, tökezleme kaygısı taşımadan. Hatta bazen çok başarılı buluyorum medyayı, bazı olayların olma ihtimalini önceden seziyor olmalılar ki , ne hikmetse, henüz olay yaşanmadan başlık atabiliyorlar.
Vay, vay, vay! Güce bak, güce… diyorum.
Güneşin ilk ışıklarıyla başladığım güne etrafımda uçuşan kelimeleri avucumda biriktiriyorum. Yazma hevesi tüm benliğimi sarıyor ilk önce .Sonra tanık olduklarımız, yaşadıklarımız, duyduklarımız sıralanıyor bir bir beynimde, hevesim kırılıyor. Gittikçe kişilerden ve toplumdan uzaklaştığımı hissediyorum. Düşünmeyi bıraksam hayatım daha da kolaylaşacak galiba.
Karşımıza çıkan herkese Nasrettin Hoca misali ‘’Sen de haklısın,’’ demek, yapılanlara baş sallamak, olanları onaylamak anlayışı yüreğimi gerçekten kanatıyor. Hele bunlar bir de toplumda aydın geçinen insanlar tarafında kabul görmüşse…
Dalkavukluk virüs gibi yayılıyor toplumun her safhasına. Ülkemiz şucu, bucu’lardan çok çekti, diyor biri, neredeyse kalkıp stüdyoda bulunanların üzerine yürüyecek. Tartışmanın sonuna doğru saltanata bağlılığını ilan edecek duruma geliyor.
Hüzünle gülümsüyorum, ne hallere geldik, kimlere kaldık, aydınımız ne duruma düştü diye. Karşımdaki duymasa da bir yuh çekiyorum rahatlamak için; ama nafile, kederim artıyor.
Öyle ya, bu da başka bir demokrasi anlayışı diyorum kendi kendime rahatlamak için. Çoğunluk diyorum, çoğulculuk diyorum, olmuyor; bu kelimeleri bir türlü oturtamıyorum bir yere . Bir kulpunu bulup buna da sözsel şiddet diyorum, kendimi kandırmak için. Şiddet her yönüyle meşru kılınıyor,biz de bunu sindire sindire emin adımlarla ilerliyoruz 21. yüzyılda. Şekli değişik olsa da saltanat tüm ihtişamıyla devam ediyor: Tek ses, tek yürek… Kim itiraz edebilir ki! Karşı çıkanın vay haline. Gerekirse öğle ya da akşam yemekleri hazırlanır, karşı çıkanların kulaklar çekilir, herkes hizaya getirilir.
Neyse moralinizi fazla bozmayayım.
Her şeyi alkışlar olduk son zamanlarda. Sözde yoğun çalışmaların göz boyadığı bir dönemi bırakmaya ramak kaldı. Ramak kaldı diyorum, çünkü seçim öncesi gülistana benzetilecek ülkem, biraz daha şımartılacağız. Hele yaz tatilini evet’le hayır’ın gölgesinde geçirdiğimiz bir dönemin arkasından her hileye eyvallah diyeceğiz, durum onu gösteriyor.
KOMEDİ: Çoğu insanın referandumun ne olduğunu dahi bilmediği, oylarını da siyasi tercihlerine göre kullandıkları, aslında neye evet, neye hayır dedikleri bilinmiyor.
OYUNCU: İşini iyi biliyor, toplumun hangi sözlere itibar edeceğini kestiriyor. Topluma kelimeleri kavram düzeyinde veriyor, hitabetini ona göre yapıyor. Mağduriyeti dillendirip nabza göre şerbet veriyor.
TRAJEDİ: Anayasada yapılacak değişikliklerde ,özellikle ekranlarda, hukuk alanında söz sahibi olan insanlardan çok gazeteci ve yazarların yönlendirmeleri ve siyasi anlayışları hayatımızda ve irademizde etkili oldu. Bilimle uğraşan insanların hayatımızda yeri yokmuş meğer . Ortaya farklı bir tez sunuldu mu bir sus payı vermek boynumuzun borcu oluveriyor nedense. Onu ya da onları ekranlarda görmek artık mümkün olmuyor.
Geriye ne mi kalıyor? ‘’ Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur.’’