Edip CANSEVER, ‘’ Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.’’ der . Bu mısrayı sayfalara dökmeye kalkarsanız , sayfalar yetmez. Şiirin güzelliği buradan geliyor aslında., bir mısrayla dünyayı anlatabilirsiniz.
Her durumda, kimliğin, kariyerin, paranın, makamın üzerinde bir üst kimlik oluşturabilmek ancak ‘insan’ olmakla mümkündür. Şanın, şöhretin dünyanın dört bir tarafına yayılmış olabilir; ama ‘ insan olma ‘ şanına erişmek herkese nasip olmuyor.
Mevsim kış… Yağmur, çamur, kar, buz aman vermese de biliyorum ruhumuz her zaman sonbaharı yaşayacak.. Zaman işleyecek saatlerini, bir yağmurda sokakların sele döndüğü ve bu kirli suların hışımla evleri bastığı unutulacak, hiçbir şey olmamış gibi . Maya kıyameti kopmadı; ama Adıyaman’ın sokaklarında her yağmurda bir kıyamet kopar , diyeceğiz. Ve bu bir masal tümcesi gibi tekrarlanıp duracak dudaklarımızda.. Tüm mevsimler gülümseyerek geçecek yanımızdan; ama ruhumuz her zaman sonbaharı yaşayacak. .
Başka ölümlere gülüp geçeceğiz, hayatımızın her mevsimi bir hüzün bırakacak ve bu dize her zaman yanı başımızda bize insan olmamız gerektiğini hatırlatacak ve biz yine oralı olmayacağız.
Güzel sözleri , güzel sözlerle birbirimize seslenmeyi unuttuk. Okuduğumuz güzel mısraları, dokunduğumuz her sayfanın bize tattırdığı güzellikleri unuttuk. Okumak artık insanları mutlu etmiyor. Kitaba dokunmaktan hoşlanmayan parmaklar, bir bilgisayarın soğuk tuşlarında hayat arıyor ve o şekilde mutlu olduğunu düşünüyor. Hayatın anlamı çoktan seçmeli bir sorunun seçeneklerine zimmetlenmiş. Tüm koşuşturmalar, çabalar o ruhsuz engeli aşabilmek içindir.
Dünyada, özellikle de yaşadığımız coğrafyada rahat yüzü görmek yok. Her gün ölüm haberleriyle başlıyoruz güne. Haber programlarının başında suratımız asık oturuyoruz; adeta nereden, nasıl bir facia, bir ölüm haberi gelecek diye bekliyoruz.
Bazen savaşlardan, katliamlardan, iç pazarlıklardan bıkıp başka limanlara sığınmaya çalışsak da olmuyor. Çünkü olup bitene gözlerini yummak tüm kötülüklere ortak olmak anlamına geliyor. Yine de yaşama nereden baktığınızla ilgili bir durumdur bu. Hayatınız boyunca başkalarının sırtından geçinmişseniz, acıları ‘’ ortak acı’’ olarak görmezsiniz, göremezsiniz. Çünkü egonuz hayatı ortaklaştırmaktan yana değildir; doyumsuz ego, akıp giden hayatta bir insanın yaşam hakkıyla ilgilenmez.
Ölüme alışır mı, ya da alıştırılır mı insan? Alışıyoruz, alıştırılıyoruz ne yazık ki . Arada hep birer ikişer işçi ölümleri haberleri geliyor, tıpkı her gün karşımıza çıkan trafik kazaları gibi. Kimsede ses yok, sanki ölmek onların kaderiymiş gibi. Hatta ölen bir kişiyse haber değeri bile taşımıyor, çoğu zaman alt yazı da verilmekle yetiniliyor. Ölen işçiler 7-8 kişi olunca haberlik oluyor .
Sonra ne olacak? İşçiler yine orada çalışmak zorunda kalacak, eve ekmek götürmek için . Her gün ölümle burun buruna gelecek, öldüklerinde ,’’ Ne yapalım , onların da kaderinde bu varmış denilecek.’’ ve her şey eskisi gibi olacak. Yaptırımlar caydırıcı olmadığı için ihmaller zincirine bir zincir daha eklenecek ve o zincire kimse el vurmayacak, zinciri boynuna takmayacak.
İşveren işine devam edecek, işçiler de ölmeye…
Tüm mevsimler gülümseyerek geçecek yanımızdan; ama ruhumuz her zaman sonbaharı yaşayacak. . Yaşam tüm güzellikleri sunacak bir tarafa, diğer taraf da ‘ Üstü kalsın, hayat!’ deyip ölüme el verecek.