Tiyatro yaşamın kendisidir, yaşamı dize dize dokur ve tüm bedeninize işler. Ankara Ekin Tiyatrosu sanatçıları da Nazım Hikmet’ i dokudular her cümlede. Onun duygularını, düşüncelerini işlediler hayata, onun sözleriyle hitap ettiler bize ve her cümleyi özellikle günümüzde daha iyi algılamak gerektiği mesajını verdiler bana göre.
Sahne hüzünlü bir müzikle başladı ve o hüzünlü nağmeler özleme vurgu yapıyordu. Tam da oyunun adına ( HASRET) uygun bir müzik… Nazım Hikmet cezaevindeydi her şeye özlem duyuyordu : karısına, çocuğuna,işçilere, emekçilere, kısaca dışarıda akan her şeye…
Bir özlem daha vardı bana göre, o da bizim Nazım Hikmetlere olan özlemimiz. Bunu oyunu izlerken daha iyi anladım.
Nazım Hikmet şiirleriyle evrenselliği yakalamışken ne yazık ki peşin hükümlülerin arasında hala ismi ‘’ vatan haini ‘’ ya da’’ komünist ‘’ tanımlamalarından sıyrılamamıştır. Bir sanatçı eserlerinde kendini yaşatır ve dünya görüşü de eserlerini şekillendirir doğal olarak. Fakat doğrudan sanatçının ismine ve kimliğine yönelik eleştiriler sadece basitliktir, bu eleştiriler sanatçının eserlerinin değerini düşürmüyor. Tersi olsaydı Nazım Hikmet bir ‘’ Dünya şairi ‘’ olarak anılmazdı.
Çoğu kulakların eski filmlerde ve tiyatro oyunlarında aşina olduğu ,’’ Yazıyor, yazıyor…’’ diye başlayan ve devamında kimin nasıl suç işlediğini belirten cümle ile o günkü gazetenin kısa bir özetini veriyordu. Eskiden birçok sanatçının, düşünürün payına düşen bu miras, gazete dağıtan çocukların masum sesleriyle hayatımıza giriyordu. Şimdilerde ise çocuk seslerinden uzak, modern ama daha sinsi ve büyük puntolarla bir gece yarısı karşımıza çıkıyor manşetler.
‘’Yazıyor’’ diye bağıran çocuğun sesi bu sefer Nazım Hikmet’in ‘’vatan haini’’ olduğunu dalga dalga yayıyordu.
Nazım Hikmet ise gururla bize sesleniyor, yorgunluğa değil, direngenliğe davet ediyor bizi. Bizi her gün uyutmaya çalışanlara karşı ‘’ Yaşama Dair‘’ şiiriyle karşılık veriyor.
‘’yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak’’
……………..
Her bir dizesinde yaşamın kuvvetli ve sıcak kolları bizi sarıyor. Cezaevinde’’Şair Baba’’ unvanıyla karşımıza çıkar Nazım Hikmet. Sevenleri kadar sevmeyenleri de çoktur, ne de olsa o bir vatan haini idi, öldürülmesi günah bile sayılmayacaktı. Onu cezaevinde öldürmek isteyen Çingene Mustafa şair babaya kıyamamıştır. Şunu da biliyordu ki onu öldürse az cezayla kurtulacaktı; çünkü bir hükümet düşmanını öldürmüş olacaktı. Onu vazgeçiren anlamlı bir dize miydi ya da Nazım Hikmet’in insancıl yönü müydü, onu bilemiyorum. Nazım Hikmet ise her şeye rağmen hayata inatla yürümeyi tercih ediyordu.
………….
Yolunda pusuya yattıklarını,
Arkadan çelme taktıklarını bilerek yürümek…
Yürümek;
Yürekten gülerekten yürümek…
Kendisinden bir methiye şiiri istenildiğinde menfaat için şiir yazamayacağını söyleyecek kadar sanatına kıymet veren biriydi. Herkes methiye şiirlerinin niçin kaleme alındığını çok iyi bilir. Yazılan şiirlerin, çizilen resimlerin yaşantımızı yansıtmaları gerektiği konusunda da hassas davranmıştır.
O, Piraye’sine aşık, Memo’suna, vatanına hasret, işçi sınıfına duyarlı, kadınlara bakış açımızı sorgulayan bir Nazım Hikmet’ti.
Kadınlara yönelik yazdığı şiirin herkes tarafından okunması gerektiğine inananlardanım.
‘’ ……………….
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
…………..’’
Yazmakla , yorumlamakla bitmez Nazım Hikmet, bitmiyor da. O, ancak okunmakla ve her satırı irdelenmekle anlaşılabilir.