Yıllardır 14 Şubat için hep şunu düşündüm ve de düşünüyorum: Sevginin ve mutluluğun pazarlandığı, aşkın tüketildiği gün… Bu yıl 14 Şubat’ta bir farklılık görünce şaşırdım ve ayrıca sevindim.Dünyanın çeşitli yerlerindeki kadınların ortak mücadelesini yansıtan ‘’ Bir Milyar Ayaklanıyor.’’ dansı yeni bir ufuk açtı, yeni bir duyarlılık oluşturdu kadınlarda . Kadına yönelik şiddet ve tecavüze karşı ayaklanan, direnen kadınların, kadın örgütlerinin duruşu, özellikle tüketim toplumlarında kadını ‘’ meta’’ olarak gören anlayışlara da soğuk duş etkisi yapacağını umuyorum.
Sevgi, romantizm, hediye, kadın ve 14 Şubat… Bütün bu kelimeler yan yana geldi mi zannederiz ki gerçek bir sevgi var ortada. Her şeyi çok çabuk gözden çıkardığımızdan sevgiyi de çabuk tüketiyoruz. Emek harcanan ve sevgiyle yoğrulan her şeyin bir anlamı vardır. Gerçek sevgiye bir değer biçilir mi ya da gerçek sevginin değeri bir hediye ile ölçülür mü, sorusunun cevabını size bırakıyorum.
Her geçen gün kadın cinayetlerine bir yenisi ekleniyor. Son iki ayda 25’in üzerinde kadın öldürüldü. Bu rakam cehaletin kol gezdiği ülkelerin trajik yanını ortaya koyuyor. Birbirinin varlığı üzerinden propaganda yapan ve genellikle güçlü olanın diğerinin yaşam hakkını elinden almasıyla son bulan olaylara ne yazık ki alışmaya çalışıyoruz. İnsan ölüme alışır mı, demeyin. Alıştığımızdan olacak ki kadın ölümlerini durduramıyoruz. Duyarsızlaşıyoruz, duyarsızlaştırılıyoruz; bütün bunlara gazetelerin üçüncü sayfa haberleriymiş gibi bakıyoruz.
Sevgiyle başlandığı zannedilen ve emekle yoğrulmayan bir uğraşın gölgesi gibidir kadın. Ezilen, hor görülen, dışlanan, suçlanan ve öldürülen kadın; öldürüldüğünde kadın olmasından kaynaklı sorunların da muhatabı kabul edilen bir varlığı yazmak her zaman güç olmuştur.
Bir kadın eski kocası, babası, sevgilisi ya da bir erkek tarafından niye öldürülür?
Güç dengeleri değişince, otoriteye sığınan egemen isyan eder. Hakimiyetini elden bırakmak istemez. Çünkü acizdir, onun varlığı ve gücü( ! ) kendisinden fiziksel anlamda daha güçsüz olan kadının varlığına bağlıdır. Küçük de olsa bir hareketliliğin otoritesine zarar vereceğini düşünür ve onu hazmedemez, ortadan kaldırma yollarını arar.
Kadını öldüren kişi ‘’ Pişmanım.’’, ‘’ Beni tahrik etti.’’ , ‘’Namusumu temizledim.’’, ‘’ Onu çok sevdiğim için kıskandım.’’ gibi saçma sapan cümlelerle eyleminin doğruluğunu makul sebeplerle açıklamaya çalışır. Bunun kendisine özellikle ceza indiriminde kolaylık sağlayacağını bilir. Halbuki bu adamların çoğunun planlayarak insan öldürdüğünü basından ve yapılan araştırmalardan öğreniyoruz.
Sığınma evine sığınan kadınların bile can güvenliğinin olmadığı geçenlerde öldürülen 21 yaşındaki Damla AY örneğinde görüldü. Ölüm tehditleri alan ve ihmaller zinciri sonucu öldürülen Damla AY genç bir anneydi. Bunun benzeri onlarca örnek var.
Yukarıda sayılanların dışında toplumun bünyesine kazınmış hastalıklı düşünceler de bir kadının öldürülmesini adeta teşvik eder mahiyettedir.
Bir kadın tek başına dışarıya çıkamaz, yolculuk yapamaz.
Bir kadın kocasıyla geçinemiyorsa onun kadınlığı sorgulanmalıdır.
Bir kadın kocası veya eski kocası tarafından öldürülmüşse, kim bilir kadın ne tahriklerde bulunmuştur?
Kadını ’’birey’’ olarak görmeyen, güçlenmesini, kendisine yetebilmesini istemeyen toplumun sorularını, saçma ve yersiz nedenlerini çoğaltmak mümkündür.
Sarai SİERRA ölü bulunduğunda, çok bilmiş toplumun öz evlatları onun için : Kurye mi? Ajan mı? Turist mi? gibi söylemlerle onun ölümünü ucuzlatan düşüncelerle karşımıza çıktılar. Diyelim ki bunlardan biriydi, ne olmuş yani? Bunlar onun ölümü için birer neden olabilir mi, ya da onun ölümünü hafifletir mi?
Kadına yönelik şiddet ancak bilinçli bir toplumun ve örgütlü kesimlerin çalışmalarını ortaklaştırması ile azaltılabilir.