Kendi halinde akan bir nehir düşünün, gücünü kollarından almış , kendi kendine yetebilmeyi yaşayarak öğrenmiş. Ama her aşamada önüne set çekilmiş, her mevsimde hem kendisiyle hem de doğayla cebelleşmek zorunda bırakılmış.
Bir nehir ve bir kadın…
Kimine göre nehirleşen kadın, kimine göre de kadınlaşan nehir. Ne fark eder, kavramlar üzerinden polemiğe girmeye gerek var mı? Kadın da nehir de birbirine çok benzer, ikisi de gücünü doğadan ve kendisinden alır.
Su sessizce, karanlıkta ovaya göz kırpıp varlığını hatırlatıyor, varlığından kimse haberdar bile değil. Küçük küçük nehirler güçlerini birleştirerek kendi kendine yetebilmek adına sessizce yola dökülürler. Tek gayretleri denize ulaşabilmektir. Bu niyeti sezen nehir düşmanları onları engellemek için oturup türlü hilelerle plan yaparlar. Kimi taş atar suya, kimi toprak; kimi yerde bulanıklaşır su, kimi yerde berrak, ama nehrin ve kollarının derdi ortak: Bir an önce denize ulaşmak…
Nehirden korktu kalabalık, önünü kapatmak istedi. Hepsi bir alanda toplanıp ne şekilde bu nehrin önünü kapatabilecekleri konusunda görüş bildirdiler. Her bir ağızdan bir ses yankılandı ovada, bir hışımla daldılar nehre. Önce nehrin kollarından başladılar işe, güçleri ona yetti, sonra nehre yöneldiler, önüne bent kurdular. Nazlı akan suyun bendi aşamayacağını, mevsimlere yenileceğini düşündüler. Sonbahara kadar ise nehrin büsbütün kuruyacağını ve ondan kurtulacaklarını zannettiler.
Nehir direndi, her geçen gün biraz daha toparlandı. Kollarıyla bir olup mevsimlere meydan okudu. Kötülerin planı tutmadı, önüne çekilen set nehrin gücünü birleştirdi, zorluklar ona direnç kazandırdı. Daha berrak akmaya başladı. İçindeki çakılları sağa sola sürükleyerek bir kenara biriktirdi, tortusu dibe çöktü. Berrak yüzü ayna gibi parladı, var gücüyle bende yaslandı ve bent daha fazla dayanamadı. Sular var gücüyle alana yayıldı, kendilerine yeni bir yol çizdiler, amaçlarından vazgeçmediler, denize doğru yılmadan, inançla, sabırla akmaya başladılar.
Nehir kollarıyla beraber koca dünyada rahat nefes alabilecekleri daracık yataklar yerine koca denizden yana tercihlerini kullanarak yaşam alanlarını genişletmiş oldular. Tıpkı sorunlarına eğilen, yaşamı sorunlarıyla sahiplenen örgütlü kadınlar gibi.
25 Kasım, kadın hakları savunucuları için önemli bir gün. Dünyanın her tarafında çeşitli nedenlerden dolayı şiddete maruz kalan kadınların sayısı artıyor. Onların sesi olabilmek adına yapılan çalışmaları görmezden gelmek bir nevi şiddeti meşrulaştırmaktır.
Kadınların yaşamın her karesinde olduğu gibi siyasette, özellikle karar alma mekanizmalarında etkin olamadıkları, her aşamada önlerinin kesildiği bir gerçektir. Bu itilme ve pasifleştirme bilinçli yapılıyor. Bu yüzden kadınlarla ilgili sorunlar çözümlenemiyor, kadının adı şiddet ile bütünleşiyor.
Kadının evdeki durumunu irdelemeye gerek yok zaten. Evde çalışıp çabalayan ve herkesten sonra varlığı hatırlanan kadın yaygın anlayışa göre aç açıkta değildir, karnı toktur şikayet etme hakkı bile yoktur. Bu anlayış künye gibi asılmış kadının boynuna ve ne yazık ki kadına kabullendirilmiştir.
Cinsel taciz ve töre cinayetleri, zorla evlendirme, cinsel istismar gibi konularda da her geçen gün sicilimiz biraz daha bozuluyor. Dizilerdeki entrikacı, rahat kadın karakterleri toplumdaki kadınların temsili gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Bu konuda özellikle beyaz perdenin kadın emektarlarına büyük iş düşüyor sanırım. Onların kadınlarımızı temsil etmediklerinin, yozlaşmış değerlerle karşımıza çıkıp hayatımızı kolaylaştırmadıklarının bir şekilde işlenmesi gerekiyor.