Baskı ve şiddet asırlar boyu birbirini beslemiş, insanlık tarihinin çıkmazlarından biri olarak kendini var kılmıştır. İnsanın gölgesini takip eden birer hayalet gibi her çıkmazda el değiştirmiştir. Şiddet ve baskının şekli değişse de temelde dünyayı yönetip kendi aralarında pay etmeyi düşünenler ile bir ekmeği birlikte yemeyi ya da eşit şekilde bölmeyi amaç edinenler arasındaki kıyasıya savaşın da diğer adı olmuştur. . Bundandır ki dünyanın yerleşime uygun her yerinde bir şekilde ezen ve ezilenler bu temelde tarihin soluk sayfalarında güç de olsa geç de olsa yer almışlardır.
İnsanlık tarihi boyunca özellikle baskıya maruz kalmış, ezilmiş, tarihin kirli ve taraf tutan yanına yüz çeviren emek ve ekmek mücadelesi verenlerdir. Bu mücadele çoğu zaman insan hayatına mal olsa da insanlar bundan vazgeçmemiş, emeği hayatının birincil amacı yapmıştır. Bunun yanında hayatta bu direngenliği kırmak için, yaşamın sınırlarını lehine çizen ve hayatta yegane sözün kendileri dışında verilmeyeceğini sanan sınıf ya da sınıflar olmuştur. Zorbalıkla hükümdarlıklarını arşa yükseltmek isteyenlerin karşısına emek bir tokat gibi inmiştir. Şiddeti iliklerinde hissetmeye başlayan halk ya da topluluklar bu sömürü zihniyetine karşı topyekun mücadele ruhunu yükseltmiştir. Bazen de tersi olmuştur.
Bazı eserleri okursunuz, şaşırırsınız ; ‘ Bir toplum bu hale gelebilir mi ‘ diye sorarsınız kendi kendinize. Bu eseri okuduktan sonra sessizce köşenize çekilir, insanların açlık, sefalet durumunda ve hukuksuzluğun kol gezdiği bir ortamda neler yapabileceğini düşünürsünüz. Bir toplumun ihtilal dönemindeki çelişkileri ve sınıflar arasındaki uçurumu yansıtan en önemli eserlerden biridir İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ. Sınıflar arasındaki uçurumun romanıdır. Bu eserden hareketle çarpıcı birkaç örnek vermek istiyorum:
İnfazın güpegündüz uygulandığı ve süslü soylu hanımların oturup bunu keyifle izlediğinden tutun da soylu sınıfın sahip olduğu tüm olanakları sonuna kadar nasıl kullandığına, çirkefle boğuşan halkın ise gerçek ve korkunç dramına şahit olacaksınız.
‘’ Uşaklardan biri çikolata kasesini Senyör’ün huzuruna getirir. Öbürü küçük bir kaşıkla çikolatayı köpürtür, diğeri çenesinin altını tutar, öteki de Senyör’ün dudaklarına götürürdü. Uşaklardan biri olmasa Senyör’ün onuru zedelenir. ( sh. 98) Toplumsal çelişkinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Her ihtilal sancılı doğar. Yukarıda verdiğim örnek ihtilale giden yolun üzerindeki kocaman kayalardan biri ve hatta en önemlisidir. Bir yandan sefaletle boğuşan halk diğer yandan tüm zenginlikleri alabildiğine yaşayan kentsoylu sınıf… Bütün bunlar bize halk tarafından söylenen ve gerçekten o dönemin Fransa kraliçesine ait olup olmadığı kesin olmayan ‘’ Ekmek yoksa pasta yesinler.’’ sözünü hatırlatıyor. Bu eserde de benzer bir söylem karşımıza çıkıyor ‘ Yiyecek bulamıyorlarsa ot yesinler.’
Soylu sınıfın yıllarca sürdürdüğü politikalar halkı canından bezdirmiş ve halk çığırından çıkmıştır artık. Yakıp yıkmalar, işkenceler , suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan lamba direklerinde sallanan ve acı çektirilerek öldürülen insanlar ve daha sayılamayacak kadar çok olumsuz örnekler….
Hak ihlalleri ve açlıkla terbiye edilen halkın nefreti, sokağa yayıldığında kitle psikolojisine her şeyi yaptırabiliyor. Haksız yere zindanlara gömülen insanların trajedisini okudukça da insan aklının kötülükte sınır tanımadığına şahit oluyorsunuz. Yazar Londra ve Paris’in hikayesini bize aktarırken, biz de aslında tüm şehirlerin kaderinin bir yerde kesiştiğini anlayabiliriz.
Bütün bu olumsuzluklar yaşandı, tarih sayfasına gömüldü, insanlar yaşanan olumsuzluklardan ders çıkardı diyebilir miyiz?
Maalesef bunu söyleyebilmek için insanın gözlerinin kapalı ve çok fazla hayalperest olması gerekiyor. Olumsuzluklar sadece şekil değiştiriyor, modern ( ! ) bir yapıya büründürülüyor o kadar.