Yıl bitti, bilmem nereye, hangi dereye sığındı umutlar?
Çok da karamsar olmamak gerekir, değil mi? Önce zamlar usul usul girdi içeriye, hem de hır gür çıkarmadan, kimseyi rahatsız etmeden ortalığı velveleye vermeden.
Ya söyleyemediklerimiz, ya hatıra defterlerine, pardon borç defterine, yazıp tarih atamadıklarımız ne oldu, ne olacak?
O kadar da abartma canım, dediğinizi duyar gibiyim. Günler torbaya girmedi ya? Doğru, günler torbaya girmedi ama torba yasasına birçok şey şimdiden girdi bile.
Altının bir gramı kadar kıymete binmeyen bir yıl… Bilseydik, biraz ön görülü olsaydık ideallerimizi de, beklentilerimizi de altına yatırırdık.
İşe bir de iyi tarafından bakalım, bu yıl özel bir yıl yani seçim yılı. İstemediğiniz kadar güzel vaatlerle dolar dünyamız, yeter ki hayal kurmasını bilelim. Bir sabah uyanıp penceremizin kenarına ya da kapımızda yığılı paketleri ve yanında seçimlerde oylarımıza talip olduğunu beyan eden küçük notları görürsek şaşırmayalım. Noel Baba’nın bizi de unutmadığını düşünüp mutlu olabiliriz şimdiden. Yeter ki her sabah güneşin ilk ışıklarına karşı esneyip;’’ Yine mi işe gidiyorum?’’ diyelim.
Topuna birden diyor adamın biri, içinde barındırdığı tüm olumsuzluklara. Klasik müzik eşliğinde deviriyor son kadehi. Biri ters ters bakıyor karşıdan, o bir kadehin hesabını günün birinde soracağını sezdiriyor bakışlarıyla. Diğeri yaşama biraz fazlaca yerleştiriyor gayri resmilikleri. Yeni başlangıçlara gebe bir yıl diyor, sessizce; söylediklerine kendisi çoktan kaptırmış bile.
Yazmak, okumak ciddi şeylermiş , diyor başka biri. Penceresinden salıveriyor sokağa tüm sesleri, kelimeleri. Bu dünya Ali Rıza Bey’e de kalmadı, gördün mü haber bültenlerin de bile yer aldı. Ne bahtsız adammış, zavallının başına gelen pişmiş tavuğun başına bile gelmedi.
Yaprak Dökümü bitti diye üzülmeyin, biz bir yıl da filmi yorumlar, birbirimize anlatır, birbirimizi avuturuz. Olmazsa tekrarını bile izleriz canım. Şu feleğin işine bak, Ferhunde’nin başına kötü bir iş gelmedi, adeta onu ödüllendirdi senaristi, ben de ona yanarım. Dizinin ne biçim bir yönetmeni varsa… Bu dizilerin yanında benim okumalarımın, yazmalarımın ne önemi var? Reşat Nuri’nin kemikleri mi sızlıyor mezarda? Bir şeycikler olmaz, o da alışır bütün bunlara.
Tüm yüzlerin bir olduğu ve her şeye rağmen yaşıyoruz diyen düz-dar mantıkların soyu tükenmeli artık.
Neyse yeni yıla ashabı bozuk girmemem lazım, yoksa bütün bir yılım aynı geçermiş; bilmeyenlere, merak edenlere ilan olunur.
Küçücük insanlar, büyük beylerin (!) bir bakışıyla, bir sözüyle hayatlarını çiziyorlar. İş çıkışı Adıyaman’ın sokaklarında çamura bata çıka yürüyen iki çocuğun peşinden yuvarlanıp gidiyorum. Boyu diğerine göre biraz uzun ve etine dolgun çocuk arkadaşının koluna girmiş salına salına yürüyorlardı . Onlara kulak kabarttığımdan habersiz, sohbetlerine devam ediyorlardı. Uzun boylu olan okumanın insana faydası olmadığını, büyük adam olmanın okumaktan geçmediğini anlatıyor arkadaşına. Ömrünü okulda çürüt sonra da boşta kal; bir iş bulsan bile az parayla nasıl geçineceğini düşün, diyor. Örnekleri sıralıyor üşenmeden. Bunun yanında bir de çok okumayıp çok para kazananları sıralıyor ona : Sporcular, sanatçılar, siyasetçiler… Hangi sanatçının iki üç saatte ne kadar para aldığını söylüyor arkadaşına.
Hayat bu kadar kolaymış demek ! Bu da yeni neslimiz… Dizilerden, magazin ve evlilik programlarından arta kalan zamanlarımızda yetiştirdiklerimiz.
Kayıp çok ama bu kayıpları ne yazık ki kayıt altına alan yok.