Şehir ve çocuk… Her ikisi de yeniydi, anlaşıyorlardı, aynı nehre akıtıyorlardı sularını. Çocuk büyüdü, şehre sığmaz oldu. Şehir alttan almak istemedi çocuğu, yana yakıla yeni çocukları doğurmanın peşine düştü.
Ve başladı savaş…
Yağmur damlalarını yutuyorsun çocuk, senden çalınan her gün için ayrıca borçlanıyorsun. Daha doğmadan defterin kabarık, dosyan uçuk kaçık tozlar arasında unutuluveriyor.
Bir eşyayı eskitmek; bir çorabı, giysiyi, bir kağıdı, defteri mesela… Değiştirirsin, atarsın, yenisini alırsın da göze gelmez. Er ya da geç yerinin dolacağını bilirsin çünkü. Havayı, suyu, umutları kısacası hayatı eskitmekle çürümeye başlar her şey. Ne doğduğun toprakları düşünürsün ne de kadim medeniyetleri. Küçük bir gezegendir dünyan, el uzaktan bakar; düzyazı haramdır sana, şiirse farklı baharların başlangıcı. Nedendir bilinmez kelimelerin korkusu; sarı kağıtlardan mıdır, çalınan ve eskitilen hayatların hortlayacağı düşüncesi midir acep ?
Bir sürgün ve nitelikli dolandırma yeridir şehirler, bazı analar kutsal zamanların eşiğinde doğurmuş evlatlarını, karanlık mekanlarda hükmetsinler diye. Karanlıkta hükmetmek daha kolay; bastığınız yerlerin zeminini yoklamak zorlaşır, ayrıntılar gözden kaçar ve kapılar kapanmaktan hoşlanır.. Babalarıysa zamanında devlet olmuş kimilerinin , her geçen gün gücüne güç katan…. Küçük hesaplaşmaların yeri yoktu dünyalarında, giriştin mi bir kere kavgaya büyük vurgun’la çıkacaksın oradan. Sonrası malum, AVM’lerin hatırı kalmasın, yol uzamasa da olur. Acı da olsa bir kahvenin kırk yıl hatır bilmediği çıkıveriyor piyangodan. Geceye kalmış ürkek bir misafirin bakışları gibidir eski dostların sohbeti artık, tehdit ve karşılıklı suçlamalar büküyor belini zamanın.
Ey çıkar çatışması sen nelere kadirsin öyle! Sen olmamış olsaydın, her şeyin güllük gülistanlık olduğu yine yutturulurdu bu aziz millete. Şiir okumayı bırak ey usta oyuncu! Her oyunun baş aktörü olmadığın ortaya çıktı. Buna halk arasında tabiri caizse foyanın ortaya çıkması derler. Er meydanında başlamadı ki oyunun er meydanında bitsin. Üstlendiğin tüm rolleri atıver denize, merak etme balıklar bilir kıymetini, hiç olmazsa hayatında herkese bir defa da olsa iyilik yap. Merhamet dağıtıcısı sen değilsin, vur patlasın, çal oynasın ‘da görsünler yiğitleri. Hiç bakan, bürokrat çocukları ve işadamları yolsuzluk yaparlar mı? İddia aynı zamanda iftira, hem de kuru iftira.. Olsa olsa onlar el altından yürütürler her şeyi, ‘’hırsız’’ muamelesi görmek yakışmaz onlara, çünkü onlar baklava çalan çocuklar değil. El ayak çekilince gece yeni başlar onlarda. Mektuplarla içlerini dökmeyecekler sevdiklerine, ‘’ görülmüştür’’ ibaresi hüzün vermeyecektir onlara. Yürüyüşleri maden işçilerinkine benzemeyecek , daha fiyakalı olacak. Çocukları, depremzede çocukları gibi yalın ayak gezmeyecek kışın ortasında, karda. Hayalleri buz tutmayacak, annelerin nefesleriyle ısınmayacak çocukları. Bakışları yarı ağlamaklı olmayacak, bir bayramda seyranda gözleri dalmayacak uzaklara. Elde kalanla toplanılmayacak hayatları ve sıfırlar galip gelmeyecek. Yapılanlar kar kalacak yanlarına ve kimsecikler hesap soramayacak.
Yoksulluk, yoksul kelimelerle örüyor maden işçilerinin hayatını. Giden 3- 5 işçi unutuluyor hemen, biz alışkınız ölümlere, ölümleri çabuk unutmalara. Her gün bir yaprak düşüyor koca çınardan, biz koca çınarın yaprakları hiç tükenmeyecekmiş gibi bakıyoruz.
Doğayı sadece bir oyun alanı olarak görüyoruz , 50 yıl sonranın planını çizemiyoruz, tarım alanları gittikçe daralıyor, kalan da kimyasal ilaçların ve artıkların tehdidi altında. Tabiatı hor kullanıyoruz ve o hiç tüketemeyecekmişiz gibi hareket ediyoruz. Doğanın nefreti büyük olur, tıpkı sabrı kadar. Bir yerde patlak verdi mi, gör o zaman bulutların hışmını, koca dağların alev püskürten bakışlarını.