Son zamanlarda gündemde olan ‘’ırkçı’’ söylemlerin ne kadar tehlikeli olduğunu belirtmeye gerek yok. Aklı başında olan herkes bu tip söylemlerin insanı ötekileştirmekten başka bir işe yaramadığını bilir. Kavramlar üzerinden tartışma yaratmak cehaletin görünen yüzüdür ve bunun toplumu bir yere götürmeyeceği aşikardır. Yaşamın temel gücü, dayanağı bir insanın bir başka insanın hayatını kendi hayatıyla eşdeğer görmesidir. Bu pencereden bakmadığınız zaman ,dillendirin ya da dillendirmeyin, gerçekte zavallısınız acınacak haldesiniz.
Tarihe göz atın, ırkçı yönüyle ön planda olan insanların geçmişine bakın. Gerçek anlamda başarısız olduklarını, toplumda değer görmediklerini, hayat karşısındaki yenilgilerini farklı alanlarda kendilerini göstererek kapattıklarını görürsünüz. Onlar da bir şekilde tarihe mal olmuş insanlar ama adları vahşetle anılmış, insanlık tarihi de onları lanetle anmaktadır, anacaktır da.
Yahudi soykırımını anlatan filmleri izlediğimizde korkarız, şaşırırız, utanırız, sıkılırız, ağlarız. Bunu yapan insanlarla aynı gezegende yaşadığımız için utanırız. Bir insanın varlığının, hayatının başka insanların egolarını tatmin edici kelimelerle sınırlandırılması ya da yok edilmesi düşüncesi vahşettir, ilkelliktir.
‘’Eichmann ‘’ adlı filmi izlemiştim. Eichmann bir Nazi subayıdır ve Hitler’in sağ koludur. Bir Nazi subayının insanları yok etme üzerine kurulan felsefesini, yaptıklarını ve sonunda yargılanmasını anlatıyordu. Düşünen ve hareket eden bir canlının başkalarını ortadan kaldırmadaki hevesi karşısında anlamlı tek bir kelime bulamıyorsunuz. Filmin sonunda, yaralanmış, yıkılmış bir vaziyette kafanızı bacaklarınızın arasına sıkıştırıp isyan ediyorsunuz.: ‘’ Hayır, hayır… Bunları yapan insan olmaz.’’ , deyip sonsuz kedere dalıyorsunuz.. En çarpıcı sahne ise filmin son sahnesidir. O sahnedeki diyalog şu şekilde gerçekleşmektedir:
Mektubun aileme ulaşmasını sağlar mısınız yüzbaşı? Mektubu aileme gönderin, size yalvarıyorum. Sadece Giter değil. Ben en küçüğüne ne olacak diye endişeleniyorum. Altı yaş, babanı kaybetmek için çok küçük.
- Altı yaşında mı?
- Yakında yedi olacak, harika bir mizacı var.
- En çok onu mu seviyorsunuz?
- Hepsini seviyorum.
- Daha çok olsun ister miydiniz?
- Elbette. Baba olmayı seviyorum. Çocuklarımı seviyorum.
- Ama çocukları öldürüyordunuz.
- Onları özleyeceğim.
- En küçük olanla aynı yaşta, bazıları daha da küçük.
- Biliyorum yüzbaşı. Bunu itiraf ediyorum ama…
- Dört yıl içinde beş yüz bin çocuk öldürdünüz…
- Biliyorum ama…
- Ama ne? Ama ne?
- Onlar Yahudi’ydi.
İşte son cümle insan olanla olmayan arasındaki farkın en çarpıcı örneğidir. Sırf başka ırktan oldukları için binlerce çocuğun yaşamını , anne- babalarını düşünmeden, gözlerini kırpmadan öldüren ve sonrasında da hiç pişmanlık duymayan Eichmann söz konusu kendi çocuğu olunca duygusallaşıp ağlayabiliyor. Bu timsah gözyaşları sadece ona olan öfkemizi kabartıyor.
Diplomalı, diplomasız , bir yere yapışıp orada kalkmaya hiç niyeti olmayan veya bulunduğu konum itibarıyla kendini farklı gören insanlar kelimelerine, cümlelerine dikkat etmek durumundadırlar. Ülkemizin toplumsal yapısını iyice gözden geçirmeleri gerekmektedir.
Dönem dönem bazı kişi ya da grupların bu tip söylemlerine hiç şaşırmadığımızdan ‘’ Sen de mi Brütüs? ‘’ diyemiyoruz.