‘’ Oy aman, aman! Burası Adıyaman. ‘’
Kara iklimlerin karasında, acıların ortasında yitirdim yarimi, bir cinayete kurban gider gibi; o yar ki anamdı, sevdiceğimdi, dünyama açılan tüm kapıların umuduydu.
Çocukların anneleri uğurlanırken tabutlarda, çocuklar kayan yıldız gibi düşecek annelerin avuçlarından. Son kez öpücükler konulacak gül yanaklara ve tüm şehir sislere bürünecek yanaklardan düşen parçalarla..
Gelmeyeceksin…
Hiçbir şiir anlatamayacak çocuklarına duyduğun sevgiyi . Rıhtımları okşayan denizin esintisini, serin bahar yellerini, ekmek ve toprak kokan avucunu, eşsiz sevgilere açık yüreğini kimse sunamayacak onlara.
Herkes öfkesini kusacak dağlara, taşlara, Çakal köprüsüne, minibüs şoförüne, müteahhide, bariyer koymayana.. . Birkaç gün geçecek, yaralar sarılacak ve her şey unutulacak. Çünkü biz acılardan ders çıkarmıyoruz, acılara alışmak kolay geliyor ve acılara tutunmayı tercih ediyoruz.
Her birinin bir çerçeveye sığdırılacak yüzü duvarlarda ve bu tahta parçaları arasına sıkıştırılan hayatlar : ‘’ Benim yerim burası değil, ben de aranıza girmek, sizden biri olmak istiyorum.’’ diyecek ama seslerini kimse duyamayacak. Bir bayram sabahında çıkıp aranıza karışamayacak mesela. Sessiz izleyecek çocuklarını bulunduğu yerden, göz yaşları sel olup karışacak çapaladığı biber tarlalarına.
Kızacak, bağıracak, öfkelenecek tarla sahibine, tarla sahibi oralı olmayacak. Yaşama dişleri bilenecek ananın, gün boyu çalışıp emeği sömürülen bir işçi, emekçi olduğunu söyleyemeyecek. Onu, açlık sınırında bırakanların, açlıkla terbiye edenlerin yüzüne haykırmak isteyecek ama buna fırsatı olmayacak . Minibüs şoförünün yanına varacak yüreği burkularak. Ona aşırı hızı, 13- 14 kapasitelik araca neden 23- 24 kişinin bindirildiğini, güneşte kalıp genleşen eski araç tekerleklerine ağırlığın bomba etkisi yaratacağını söyleyemeyecek, hesabını soramayacak mesela..
Çocuklar çerçevedeki yüzü ya da yüzleri rüyalarında görebilecek . Gece yorganlarını yüzlerine örtüp hıçkırıkların sesi duyulmasın diye yorganı ısıracaklar. Kaderlerine sitemde bulunup bir günü daha ‘’annesiz ‘’ geçirmenin zorluğunu kendi kendilerine söyleyecekler. Kimsenin anneleri gibi kokmadığını, kimsenin saçlarını anneleri gibi örmediğini, onları düşünmediklerini anlayacaklar mesela.
Sevimsiz tezahüratlara karşı bugün öfkemin dili sarsın tüm sömürenlerin yüreğini, yüreğim sevgiyle çarpmıyor onlara karşı. Biraz daha biriktirmenin, kazanmanın, paraya hırslanmanın, başka hayatları yok etmenin zavallılığı vurmuş yüzlerine. Umurlarında değil ki giden canlar, yok olan umutlar ve geride kalan kırık kalpler.
Düşündükleri Songül’ün gelinliğine sardığı umutları değil.
Düşündükleri geride bırakılan 38 çocuğun yürek paralayan çığlıkları değil.
Düşündükleri 20 – 25 TL karşılığında 8 – 10 saat güneşin kavurucu sıcağında ekmek peşinde koşan tarım işçileri değil.
Düşündükleri Adıyaman’ın bir ırgat kenti olması değil . Mevsimlik tarım işçilerinin bindikleri römork ya da kamyon kasalarında sağa sola yalpalayan umutları değildir düşündükleri.
Ne söylenilirse söylensin, dindirmeyecek bu saatte yer yüzünü kaplayan acının utancını.
Söz de anlamını yitirdi, korkum odur ki tüm söylenenlerden geriye ‘’ Kaderlerinde bu varmış , ne yapalım? ‘’ denilmesidir.
Kimi gün yel konuşur, kimi gün dert, kimi gün de yar konuşur ; birkaç gündür de konuşulan kaza değil katliamdır. Çünkü yaşanan facianın yanında ‘’ kaza ‘’ kelimesi hafif kaldı.
Bir başka korkum da ‘’ Çakal köprüsü vardı ‘’ diyemeyecekler, adı da aynı kalacak, sanı da . Çünkü arka arkaya kazalar olur, kazanın olduğu günün sonrası kaza unutulur. Yol kötüydü, uçurumdu, bariyerleri yoktu denilmeyecek, ta ki başka bir facia yaşanıncaya kadar.