Günlük hayatımızda sorun olarak görülenlere baktığımızda sorunların kaynağına inmekten çok birbirimizle uğraştığımız her fırsatta ortaya çıkıyor. Bulanık sular durulmuyor bir türlü. Önce WİKİLEAKS fırtınası koptu, ortalığı kastı fakat tam da kavurmadı. Öğle yemeklerimizin, ikindi çaylarımızın konusu oldu, belki de birilerinin rüyası bile olmuştur, bilemiyoruz. Aslında devletlerin iki yüzlü politikalarını ve devlet adamlarının niteliklerini anlamamız açısından önemli belgeler olarak değerlendirilebilir. Neyse, bir haftamız böyle geçti, biraz sıkıntılı ama sorunsuz(!) . Laf medya ile aramızda kalsın bu belgelerin kimi ne kadar kavuracağını önümüzdeki günler gösterecektir.
Dünyanın etrafında dönenlerle, dünyayı etrafında döndürenlerin anlayışı tam bir kara mizah. İşte gülünç olmak böyle bir şey.
Orantılı- orantısız güç kavramları yine hayatımızın orta yerine dalıverdi, gündemimizin meşguliyetini belirledi. Bu tip durumların vahameti zihniyetimizin gölgesinde kalıyor maalesef.
İlkelerimiz durumlar karşısında renk değiştiriyor .Bir durum ilkelerimizle çelişiyorsa, karşıdaki mutlak suçludur. Suçlular cezalarını çekmeli, onlara haddini bildirmek lazım, gerekirse onların ağzı burnu kırılmalıdır. Böyle bir hak arama anlayışı mı olur? Anlayışlar demokrasiye katkı sunmalı, deriz.
Herkes bir konuda fikir beyanında bulunabilir, nitekim bulunuyor da . İşin asıl gülünç yanı hak ve hukukun kişilere ya da gruplara göre anlam kazanması. Yani anlayacağınız copun da, biber gazının da, tekme tokatların da sınırını ilkelerimiz belirliyor.
Birincisi olay aynı, kanun aynı bu farklılık niye?
İkincisi ve asıl acı olanı yaşanan olumsuz bir olayda ya da hak ihlalinde sesi çıkmayan bazı insanların olanları haklı göstermek için adalete sığınıyor olmaları . İzlerken de dinlerken de sadece şaşıyorum. Aslında bütün bunlar henüz empati kültürünü oluşturamadığımızın bir göstergesidir. Doğru olanı, inancı, milliyeti, kültürü ne olursa olsun hak ihlallerine uğramış insan ya da insanların yanında bulunma cesaretini göstermektir.
Yukarıda anlattıklarımla bir ilgisi olmasa da empatiden bahsetmişken kendimizi başkalarının yerine koyamamaktan kaynaklı önyargılarımızın kalın duvarlarını görmek açısından izlediğim bir belgesele de kısaca değinmek istiyorum.
Belgesel Dersim’in Kayıp Kızları …
Evet İki Tutam Saç acının gözyaşının, hayata karşı direnmenin, yok edilmeye karşı direngenliğin sembolü. Tarihin o utanç veren kesitiyle gururlananların mutlaka izlemeleri gereken bir belgesel bence.
Dersim’in Kayıp Kızları’nı izlerken her bakışın bir dramı ifade ettiğini görmek insanı kahrediyor. Her bakışta bir hikaye , gülümsemelerde bile bir zorakilik, bir masumiyet, bir hüzün vardı.
Şartlar ne olursa olsun yaşadıklarımı unutamam ya da unutturamazsınız düşüncesiyle yola çıkılmış bir hikayenin ya da hikayelerin varlığıydı onu kalıcı kılan. O drama ortak olmak, onların acılarını paylaşmak için onlarla aynı kaderi paylaşmak gerekmiyor. Sadece insani ve vicdani yönünle onların kederini paylaşabilirsin.
Empati denen budur işte, bunu gerçekleştirmek bu kadar zor mu?
Sorun olan ve diretilen birinin ya da birilerinin acısını paylaşma değil, kendine benzetemediğini yok etme, ötekini hep kendinden uzak tutma meselesidir. Her şey değişiyor ya da değiştiğini zannediyoruz, bir tek empati denilen ve yaşamımıza bir türlü yerleştiremediğimiz kavram yerinde sayıyor.