Sevda bitti mi bir anlam kazanıyor yürekte, bu beylik lafın anlamsızlığı bilineni tekrar etmekten geliyor. Neden tersini denemekten korkuyoruz ki? Sevdamıza yaşıyorken, yüreğimizle sahip çıkmanın neresi kötü?
Bir amelesin fabrikada, kırık düşlerinle beraber. Bir sağa vurursun yelkeni bir sola, sabaha sağlam çıkabilmek umuduyla. İki yakan bir araya gelmez, ne kadar getirmeye çalışsan da . Bir gazete, bir dergi, hele bir de sinema lükstür hayatında. Senin ekmeğinden besleniyor patronun, hastalığın, günbegün sararıp solman , kaç yıllık, günlük ömrünün kaldığı kimin umurunda.? Angarya işlerle tüketeceksin ömrünü belki de.
Günün birinde konu komşu toplanıp sokak arasında, bir işçi Hasan varmış diyecekler, kısa ömrünü ah’larla anlatacaklar çocuğuna..
Aman sana bu yıl bir şey olmasan işçi Hasan, herkes için kıymetlisin ne de olsa ; çünkü yerel seçimler var.
Günahları omuzlarında biriktirenler hala insanların giyecekleriyle, özgürlük alanlarıyla uğraşıyorlar. Onlar uğraşadursunlar bu oyunlarla, asıl sorun bizim bu oyunlara gelmemiz. Seçim yaklaşıyor, birkaç ay yalancı baharlar çalacak kapınızı oy hatırına.
Gülümseyeceksiniz işçi Hasan misali.
Yaptıklarını devasa hizmetler gibi görüp koca koca kitaplara sığdırmaya çalışanları asli görevlerinin dışında çooook farklı şeyler yapmış gibi görünecekler size. Gözümüzü boyayıp kısa süreli de olsa ekmeğimize yağ sürecekler.
Bu yalanlara kanıp aldanacaksınız işçi Hasan misali.
Örümcek kapanı gibidir hayat, içeri girdiğinizde bilinen tanıdık hikayeler anlatılır size. Kiminin top sakalıyla uğraşırlar, kiminin mini eteğiyle; yıllardır türbanı alet ettiklerini unutarak. Ortak söylem ve yaptırımlar konusunda her defasında sınıfta kalmışız. Halbuki ortak ağız geliştirip ‘’ Çekin elinizi türbanımızdan, top sakalımızdan, mini eteğimizden ‘’ desek, bizimle uğraşma cesaretleri olmayacaktır. Yaşadıklarımızdan ders çıkarma gibi mantıklı hesaplamalar içine girmediğimizden, denenmişi denemek daha cazip gelecek bize eskisi gibi.
Çünkü biz yeni şiirler dinlemekten korkan insanlarız. Eskiye sığınıp ruhumuzu okşayan kelimelerle yetinip erzak kuyruğunda son nefesimizi vermeyi, kederli yanımızla yetinebilmeyi görevlerimizden biri saymışız. Ve düşlerimizdeki hayata dair kaçakçı yanımız bir arpa boyu yol kat etmeyecek böylelikle.
Yaşlı duvarcılar ellerinde malalarla egemenlerin duvarlarını sıvayacaklar günahlarıyla beraber, bir sigorta bile çok görülecek onlara. Onlar da ölümü düşünüp sıtmaya razı olacaklar yaşamak uğruna.
Gerçekleri parantezden çıkarın artık.
Düşünmek yasak, düşündüğünü söylemek katmerli yasaklardan, mırıldanmak günah, her gözde, her yüzde günah keçisi arama paranoyası sarmış bizi.
Bir cesaret eli uzanıyor: ‘’Gidin ey kuşlardan korkanlar ! Sizin olsun tacınız, tahtınız; özgürlük şarkısı yeter bize. Gölgelerinden korkanlar yakışmıyor bize.’’
Sadece gölgelerinden korkanlar mı? Ya seslerden korkanlara ne demeli? Çizgilerin büyülü gücüne inanmayanlar karikatürü zaman öldürme olarak görüyorlar. Düşüncelere vurulan kamçılar, zincirler… Modern yüzyılın köleliğini anlatan gözyaşları… Kaç sahnedir, kaç oyundur, nerde – nasıl oynanır bütün bu oyunlar. Bir bileni vardır elbet, oyunun el değiştirmesini istemez. Bu kumardaki hilelerden olsa bazen yanlış yerde ve zamanda doğduğunuzu düşünürsünüz. Kalabalıklar içinde kalın çizgilerle çizilir hayatınız. Bir kişi ya da grup, toplum olmanız bir anlam ifade etmez. Topyekun suçlu aranır mahallenizde.
Kendi samimiyetimizi sınayacak duruma gelmedik mi daha, ne dersiniz?