Koyu, kalın gözlükler takmayalım yaşamı izlerken. Bir olay patlak verdiğinde dünyanın bilmem neresinde yaşanmış izlenimi vermeyelim hiç olmazsa.
Çocuklarla ilgili bir haber duyduğunuzda hepimizin tüyleri diken diken oluyor.
Bir olumsuzluk yaşandığında, konu basında 1-2 gün sıklıkla işlenir, hepimiz oturduğumuz yerden kükreyip ‘’ Ya böyle bir şey olur mu, hangi devirde yaşıyoruz ?’’ deriz. Yetkililer konuya dikkat çekip gereğinin derhal yapılacağını belirtirler.
Ya sonra?
Sonra her şey unutulur gider, ta ki yeni bir vaka ortaya çıkıncaya kadar. Bunu eleştiri konusu yaptığımızda; sizler de her şeyi eleştiriyorsunuz’a çıkıyor adınız. Bir yöndeki iyileştirmeler diğer olumsuzlukları kapatmayı sağlıyorsa susup oturalım ve sadece izleyelim. Bu da gelip bu da geçer deyip toplumsal yaralara hiç dokunmayalım.
Kadın cinayetleri konusunda toplumsal bir duyarlılık oluşturulmasına , kadın örgütleri her hak ihlaline tepki göstermelerine rağmen kadın cinayetleri bitti mi? Neredeyse her ay çetele tutmaya başladık ve ne yazık ki bir ay, diğerini aratmıyor.
Bazı konular vardır ki sadece yasal düzenlemeler yapmak sorunu çözmeye yetmiyor. Önce top yekun bir zihniyetin değişmesi gerekiyor.
Ekranlara yansıyan buzdağının görünen tarafı, görünmeyeni nasıl sorgulayacağımız ise olaylara hangi gözlerle baktığımıza bağlı.
Sokakları kendilerine yaşam alanı olarak seçmek zorunda kalan çocukların dramını anlatmaya kelimeler yetmez aslında. Hayatlarında her türlü acıyı tatmış, dışlanmış, umutları çalınmış, ötekileştirilmiş çocuklar konusunda hepimiz suçluyuz. Onları anlamak, ev dışına sevk eden nedenleri araştırmak yerine suçlamak daha kolay oluyor. Onların pencerelerinden sadece bir gün bakabilsek yani biraz olsun empati kültürünü oluşturabilsek o zaman hep birlikte mutlu yaşamanın tadını çıkarabiliriz.
Bir başka dram da aileleri tarafından çalıştırılan çocukların durumudur. Sokaklarda her türlü kötülükle baş başa bırakılan, dilendirilen çocuk ister istemez savunma mekanizmalarına baş vuruyor. Sokak kurallarına uymak zorunda hissediyor kendini. Bu kuralların dışına çıktığında ‘ hesaplaşma’ olgusu devreye giriyor. Yaşamda kalma, güçlü olma mücadelesi renk değiştiriyor böylelikle.
Bütün bunlara bir de ceza evlerindeki çocuklara işkence, zorla iş yaptırma, taciz, tecavüz yani kısacası tüm kötü muameleler reva görülünce ‘’ İşte insaniyet ( ! ) diyorsun, herkes kendisine yakışanı yaparmış.
Cinsel istismara uğrayan, ceza evine ya da sokakta hayatını devam ettirmek zorunda kalan çocukların dramını anlatmak, onlara sadece ve sadece acımak bu sorunu çözmez.
Genellikle sokaklarda yaşamını sürdürdükleri için ‘’ sokak çocukları’’ olarak nitelenen çocuklara bu tabiri kullanmak bile onları ötekileştirdiğimizin bir göstergesidir. Bunun yerine sokakta ‘yaşamını sürdürmek zorunda kalan çocuklar’ tanımlaması yapmak daha doğru olur.
Hayatta en üzücü olaylardan biri bir ailenin çocuğunu küçük yaşta çalıştırmasıdır. Ve bu oran her geçen gün artıyor. Sokakta kendine bir yaşam alanı yaratmaya çalışan çocuk hayatla savaşa giriyor. Bir şekilde kötü işlere bulaşmak zorunda kalıyor. Niye yapıyor, nasıl yapıyordan çok onları sokaktan alabilmenin yollarını aramalıyız. Onları çalışmaya, suça, kötü arkadaşlıklara iten nedenleri ortadan kaldırmalıyız. Aksi takdirde sorun çözülmeyecektir.
Biz ki çocuklarımız konusunda o kadar hassasız ki, bunun bir parçasını başka çocuklar için göstersek hiç olmazsa neden olduğumuz sosyal sorunlara duyarsızlığımızı bir nebze gidermiş oluruz.