Yıllar önce Baba filmini izlemiştim, o zaman bazı şeyler abartılı ve korkunç gelmişti bana. Ya devlete hakim olmuş suç örgütlerinin varlığını kabullenmek istemediğimden ya da şartlar ne olursa olsun hukukun her zaman galip geleceğine olan inancımdan olsa gerek. O filmi izlerken mafyanın bir devleti yönetenlere ne şekilde hükmettiğini görüp şaşırıyorsunuz. . Suça dayalı örgüt kuran ve New York’un yer altı işlerini yürüten ailenin Baba’sının ( Corleone) politikacılarla ve yargıçlarla yaptığı iş birliği kendisine her türlü kapının açılmasını sağlayacaktır. Eh ne de olsa bu bir filmdir, deyip kurgu dünyasının aldatıcı bir oyunu olarak görüyorsunuz. O filmi günümüzde yaşananlarla karşılaştırınca iliklerimize işlenen dolandırıcılığın, hırsızlığın, her tarafa hükmetme arzusunun kurgunun on misli büyüklüğünde olduğunu görmek mümkün olabiliyor. O filmde bile ayakkabı kutularından çıkan paralara rastlamamıştım.
‘ Babalar ve Oğullar’ bana bir de Turgenyev’in o meşhur romanını hatırlatıyor. Geleneksellik ile bireyselliğin savaş halinde anlatıldığı bu eserde, babalar ataerkil bir kuşağın sarsılmaz sandığı töreleri temsil ederken oğullar da bütün töreleri yok saymak, törelere karşı bireyin varlığını ön planda tutmanın savaşını verirler. Okurken insana tebessüm ettiren nice sıcak ilişkilerin kaynağını da hissettirirler. O babaların da ne paralarla dolu ayakkabı kutuları vardı ne de para sayma makineleri.
Şöyle bir tarihe baktığınızda, tarihin ne babalara şahit olduğunu görürsünüz. Kimi zaman dudak uçuklatan anlayışlarla saltanat sevdalıların ayakta nasıl kaldıklarını görüp insan olmaktan utanırsınız. Kimi zaman da onurunu çocuklarına miras bırakan güzel insanları, babaları düşünüp mutlu olursunuz.
Nice babalar saltanatlarını güçlendirme, devam ettirme uğruna kardeşlerini ve çocuklarını gözünü kırpmadan öldürebilmişlerdir. Daha korkunç olanı ise devletin bekası için bu türden olayları normalleştirip bunun gerekliliğine inanan zihniyetlerin varlığıdır.
Hangi saltanat, hangi para, hangi şan şöhret bir kardeşten, bir çocuktan daha değerli olabilir ki?
Madiba da ( N. Mandela) bir babaydı, uzun bir ömre nice sıkıntılar yerleştirmiş; ömrünün üçte birini hapishanelerde geçirmiş , mücadeleyle taçlandırdığı yaşantısını çocuklarına, ülkesine, tüm ezilmişlere ve insanlığa büyük bir onurun simgesi olarak bıraktı.
Abraham Lincoln da bir babaydı, çocuğunun öğretmenine gönderdiği mektubunda onun diğerlerinden farklı olmadığını belirtmiştir. Ayrıca okulda hata yapmanın hile yapmaktan daha onurlu olduğunu çocuğuna öğretmesini istemişti. İnsanların dürüst ve adil olmadığını, her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir liderin olduğunu da ifade etmiştir. Lincoln bir zamanlar bir kulübede yaşadığına hırslanıp da bulunduğu konumdan faydalanıp devleti aile bireyleri arasında paylaşmayı düşünmemişti. Biz de ise hiçbir yöneticinin ne kendisi ne de çocuğu sıradan biri olarak görülmemiştir. Hatta çoğu zaman varlıkları hukuktan üstün olarak görülmüş ve değer biçilmiştir. Günlük yaşamın sıradanlığına kapılmak onlar için tasavvuru zor bir hayalden ibaret olmuştur.
Bu babalar ( Madiba, Abraham Lincoln ve daha nice onurlu babalar ) isteseydi ayakkabı kutuları da para sayma makineleri de eksik olmazdı evlerinde. Çeşitli bahanelere sığınıp kendini aklamaya çalışanlar hiç olmazsa kimi babaları örnek alsınlar hayatlarında. İnsanların inançlarını kullanıp çalıp çırptıklarının hesabını veremeyenler toplum karşısında yeni mağduriyetleri yaratma çabasına girmişlerdir. Çünkü toplumda bu mağdur görünme çabalarının bir karşılığı olduğunu biliyorlar. Herhangi bir olumsuzlukta siyasi ve vicdani sorumluluk almak yerine, bunun siyasi bir oyun olduğunu söylemek de komediden başka bir şey değildir. Ve bunların saltanatını , onların etrafını saran, dürüstlükte değil ama yalakalıkta yarışan insanlar güçlendirmektedir.