Bir insana piyasa değeri kazandırmak çok kolaydır, bu kolaylık büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Kolaylığı; iyi ya da kötü bir şekilde kendinden söz ettiriyorsun, bir reklam değeri kazandırıyorsun. Tehlikesi de reklama güvenen ve inanan insanların gözlerini vitrinden alamıyorsun. Çünkü şekilcilik yani göze hitap etmek piyasa için vazgeçilmez bir unsurdur. Maneviyatı çok güçlü olan insanlar bile gözlerini bu vitrinden alamazlar. Çünkü vitrine verilen kodlar toplumu dizayn etme yolunda atılmış adımlar oluyor. Yoksa her akşam ekranlardan bağırıp çağıranları, bize düşünmemeyi öğretenleri merkezimize alıp onların cazibesine kapılır mıydık sanıyorsunuz ?
Dengemiz bozuldu neredeyse. Biz düşünemeyiz, ola ki düşündük, düşündüklerimizi hayata geçiremeyiz. Üretemeyiz, en başta düşünsel anlamda üretme kapasitemiz düşük olmalı ki, birileri her dönem bizi kullanıp tek tip elbiseye dönüştürüp seri üretime geçiyorlar. Bizim de payımıza rüyamızı usulca görmek ve bu rüyada yaşamak düşüyor.
Vay be, biz neymişiz!
Mesel bu ya, kış mevsiminin uzunca akşamlarında, beyaz karın siyah gölgesine sığınıp birbirimizi avuttuğumuz ve rüya’dan çok masala benzeyen sözlerden dem vuruyoruz. Her dem’den trajikomik hallerimize vurgu yaparak gülüyoruz.
Adamın biri rüyasında bir dereden karşıya geçtiğini, berrak sudan içtiğini, ak sakallı dedenin sırtını sıvazladığını ve bunun iyiye alamet olduğunu arkadaşına anlatmış. Arkadaşı da bu rüyayı başkalarına anlatmış. Rüya dilden dile dolaşmış, kulaktan kulağa yayılmış. Rüya anlatıla anlatıla öyle bir hal almış ki sonunda rüyanın bu son hali rüyayı görenin kulağına kadar gitmiş.
Adam rüyasının izini sürmek için yola çıkmış, ne de olsa kendi malı. Az gitmiş, uz gitmiş, kartopu gibi yuvarlana yuvarlana rüya anlatıcılarının ayağına varmış. Varmış varmasına da adamı düşünceli bir hal almış. Bu kış kıyamette kimin kapısını çalsa diye düşünmüş. Sonunda köy kahvesine gitmeye karar vermiş. Selam faslından sonra kurulmuş bir köşeye, masasına yaklaşan biri hal hatır sorduktan sonra nereli olduğunu, hangi köyden geldiğini sormuş.
Adam adını ve köyünü söyler. Kendisine soru soran adam da o köyü, oranın karını kışını, davarını, köydeki ahalinin ahvalini sorar. Rüya sahibi adam ahaliden, köyünden ve rüyasından bahseder. Köylü adam şaşırır, o rüyanın aslında öyle olmadığını, gerçeğinin kendi köylerinde anlatılan ve ancak bir ağanın görebileceği tarzda bir rüya olduğunu söyler. Ayrıca sıradan insanların keramet sahibi olmayacağını da ifade eder. Rüya sahibi şaşırır, rüyasını sonuna kadar sahiplenmeye niyetlidir.
Tartışmalar alevlenir, velhasıl yeminler havada uçuşur.
Adam daha da şaşırır: ‘’Yahu gördüğüm sadece bir rüyaydı, dilim kopulaydı da arkadaşıma anlatmasaydım. Onun dili kopulaydı da…’’ diye başlayan sitemler…
Köyün ileri gelenlerinden biri ortaya atılır, Ahmet Ağa’nın rüyasını anlatmak istediğini söyler.
Zavallı rüya sahibi yere yuvarlanır, yerde tepinir:
‘’Etmeyin, eylemeyin, …’’ diye feryat figan eder, kimin umurunda?
Yoğun istek üzerine rüya anlatılmaya başlanır. Ahmet Ağa rüyasında çamurlu bir denizin ortasında duruyormuş. Deniz gah fırtına tipiye dönüşüyormuş, gah dev dalgalarla kıyıları aşıp tüm köyleri sular altında bırakıyormuş. Ağanın karşısına uzunca boylu, çirkin, gözlerinden kan akan bir adam çıkmış, ağadan son duasını etmesini söylemiş. Ağa da köylüleri için her fedakarlığa hazır olduğunu yiğitçe belirtmiş.
Aradan epey zaman geçmiş, Ahmet Ağa köylülere dönüp buyurmuş:
‘’ Bu yılki kazancınızın yarısını vermezseniz, sizin için dua etmem, o musibet adamı başınıza musallat ederim .’’ demiş.
Bunları duyan gerçek rüya sahibi yerinden sakince doğrulup merakını yenemeyip etrafını saranlara sormuş: ‘’ Yahu rüyayı gören ben, karşı köyde Ahmet, beriki köyde Ahmet Efendi, öteki köyde Topal Ahmet, bu köyde ise Ahmet Ağa oldu. Oysa rüya benim, bunların hiçbirinin değil.
Kahvenin ileri gelenlerinden Nüktedan Ahmet alaycı bir şekilde ; ‘’ Biz her gün rüya görürüz, sen ise kırk yılın başında bir rüya görmüşsün, peşinden buralara gelmişsin, olacak iş mi? ’’ diyerek rüyaya son noktayı koyar.
Adamın etrafını saran köylüler adamı ikna ederek rüyasını unuttururlar. Rüyası unutturulan adam umutlarından da vazgeçerek ve bir daha ‘’ yanlış rüya’’ görmemeye yemin edip geldiği yere döner.