Gerçek depreme ilişkin bir iki not…
Bir amacı olmayanlar için yaşam nefes alıp vermekten ibarettir, gerisi boş bir sayfadır, tatlı bir rüyadır.
Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler için deprem ya da felaket karşı konulamaz bir yıkımdır. ‘’Eninde sonunda kıyamet kopacaktır, bunun için fazla çabaya gerek yoktur, yani kaderden kaçınılmaz’’ anlayışı bu tür doğal afetlerle birleşince beyinlerde tam bir afet meydana gelir. Bizde olduğu gibi depremden depreme korkuya kapılıp , bir hafta on gün sonra depremi unutup giderler.
Japonya depreme alışık, depremlerle yaşamayı öğrenmiş bir devlet. Japonya’nın yerinde gelişmemiş ya da gelişmekte olan bir ülkenin başına böyle bir felaket gelmiş olsaydı onların durumunu düşünemiyorum bile. Herhalde tümüyle dünya haritasından silinirlerdi.
8 MART’A DAİR BİRKAÇ CÜMLE
Kadınlar bir şekilde şiddete maruz kalıyor yine. Özellikle geçen yıldan bu yana eski kocaları tarafından katledilme moda haline geldi ve bu hastalık gittikçe yayılıyor. Hala bazıları 8 Mart’ı irdeleyebiliyor, gereksizliğini savunabiliyor. Neyse ki olayın iyi tarafı kadınlar hızlı bir şekilde örgütleniyor ‘’şiddet’’ olgusu onları birleştiriyor, şiddete karşı ortak ses olma yolunda adımlar atabiliyorlar artık. Nasırlaşmış vicdanlara kendilerini ifade etme imkanını yaratma gücünün kendilerinde olduğunu biliyorlar.
VE BASINDA DEPREM…
Yandaş mı, candaş mı --tam olarak bilemiyorum adını – medya özgür, kendine bir alan yaratmış durumda, diğerleri özgür olmasa da olur. Yakında muhalif gazetecilere de ‘’ Biz kaleminizi bıraktırmadan siz kendiliğinden kalem bırakın, bizi fazla yormayın ’’ diyecekler. Sonra bazıları da çıkıp gazetecilik ahlakından dem vuracak. O kanal benim, bu kanal senin gezip hak ve özgürlüklerden bahsedecek.
Ben vatandaş olarak çok merak ediyorum. Siyasi partiler, kendilerini öven, övmekle yetinmeyip yerlere göklere sığdıramayan özellikle bazı gazeteci ve yazarlara nasıl bir açılım yapacak acaba? Kısa süre içinde bütün bunlar açığa çıkacaktır, sanırım. Bazı gazeteci-yazarlara gerçekten şaşıyorum. Bir siyasetçinin bir konuda yanlı düşünmesi doğaldır; çünkü farklı bir ses oluştu mu, ona o koltuğa bir daha oturmama cezası verirler. Herkes bunu göze almayabilir. Biliyorsunuz biz millet olarak koltukları çok severiz, aileden bize kalan miras gibi onlara sarılırız, kimsenin ona göz dikmesine de müsaade etmeyiz, göz dikenin gözlerini oyarız.
Bir zamanların kısmi muhalifleri şimdi yandaş oluyorlar, bir zamanların yandaşı da muhalif. Bu trajik aynı zamanda komik durumları anlamıyorum, biri bana bu halleri tercüme etse sevinirim. Dünya durup devran mı dönüyor ya da tersi mi oluyor bu basına, bunu da anlamış değilim.
Basın işleriyle uğraşan biri her şeye rağmen yani tüm yıldırmalara, sindirmelere karşı - yüreğinde az da olsa gazetecilik mesleğine sevgisi varsa ve bu mesleğe saygı duyuyorsa - basının özgürlüğü adına sesini yükseltebilmelidir.
Basın mensubu iki yüzlü olmamalı, nerede bir olumsuzluk yaşanıyorsa oranın sesi olabilmelidir. İşine gelen bir durumu pohpohlayıp işine gelmeyen bir durumu yıllarca görmezden gelirsen dürüst değilsin, gazetecilik mesleğini kötü emellerine aracı kılma. Basın özgür olmazsa korkak, güneşten çekinen cılız çiçeklerle donatılır her yer. Siz söyleyin bu çiçeklerin kime, hangimize, neye faydası olur?
İyi ki varsın İklim Bayraktar (!) Sen olmasaydın gazeteciler ve siyasetçiler neyi konuşacaktı? bilemiyorum. Alın size basın özgürlüğü işte!
Hayat hızlı bir trenmiş, ben yetişemiyorum. Özsaygılarını yitirenlerin içinde kalma telaşıdır aslında beni yoran, ümitsizliğe düşüren.