Hangi çehreye baksanız sinsi bir gülümsemeyle giriyor hayatınıza. Çıplak ayaklı, ürkek bakışlı çocukları babasız bıraktıklarından değil kederleri. Başkalarından çaldıkları hayatın ağırlığı da değildir onları üzgünmüş gibi gösteren. Ceplerinden çıkacak paraları düşünüyorlar sadece.
Çadırlarda, göletlerde, inşaatlarda ölmek kolay.
Çadırlarda yaşam ucuz, bir yangınla zar zor kıyısında tuttuğunuz yaşamınız bir anda yok oluveriyor.
Hele işçiysen ve uzaklardan gelmişsen, bir de milyar dolarlık patronların inşaatında çalışıyorsan ölüm daha kolay buluyor seni.
Yaşamının pek bir değeri olmadığından ancak öldüğün gün seni sigortalı gösteriyorlar vergisini aksatmayan iyi patronlar ( !) . Seni bir saatliğine düşündükleri için değil, cezalı duruma düşmemek için. Biliyorlar ki birkaç gün konuşulduktan sonra unutulup gidecektir her şey. Hiç olmasa kurtarılan paraları olsun.
Şakayla ölümün dedikodusu yapılır önce, sonra iş ciddiye binince şakanın yeri olmadığı anlaşılır. Ve pahalıya ödetilir tüm şakalar işçilerin ucuz hayatıyla.
Ve yine işçiysen, tutunabilmek için sefaletle yarışıyorsan senin de kaderin aynı .
Adana’da baraj göletinde, işçiler su tutulmaya başlandığında tünel kapağının tam yerine oturtulmadığı ve suyun sızdığını iddia etmişler. ’’ Bir şeycikler olmaz ‘’ mantığıyla ve ‘’ Kaderde varsa…’’ diye başlayan cümlelerle günlerini geçirdiklerinden olsa gerek bu yaşananları pek de ciddiye almamışlar.
Ve ne yazık toplum olarak o kadar çok alıştık ki iddialara hayatımızın her aşamasında onlarsız duramıyoruz. Yat, kalk, otur iddia.
İşçiysen baraj kapağı patlar suya kapılırsın geride bekleyenin pek de önemi olmuyor. Annen, baban, eşin, çocukların yani kısacası tüm sevdiklerinin kederi görülmese de olur, ne de olsa alışırlar senin yokluğuna. Sebep olan böyle düşünür, böyle hareket eder.
Aslında kaç yaşında olduğun, umutların, yarının onların umurunda değil. Çünkü sen bir işçisin. İnşaatın bilmem kaçıncı katında düşebilirsin; tarlada , bağda, bahçede ya da bir fabrikada bir iş kazasına kurban gidebilirsin.
VİCDANLARI AŞINDIRAN ZAMAN AŞIMI
Yaşlı bir amca nemli gözleriyle ‘’ Sebep olanların yuvası dağılsın.’’ diyor. Yaşananlar sanki yıllar öncesinin vahşeti değil de bir saat önce yaşanmış hissiyatını veren titrek sesi yetiyor hüzünlenmemize. O da biliyor , herkes gibi, gerçekten ‘’sebep’’ olanların yuvasının yıkılmadığını hatta ödüllendirildiklerini. Elbette boyunlarına takılan madalya değildi, ondan daha da üstündü. Onca insanın , aydının ölümüne sebep ol, istediğin konumda, yerde yaşa , bu en büyük madalya bu değil de nedir?
Bazı olaylar vardır ki onları teknik kavramlarla açıklamak toplumun gerçek vicdan sahiplerini yaşanan vahşetten daha çok etkiler. Toplumun vicdanını bu teknik kavramlara kurban ettiğiniz zaman yeni toplumsal yaralar açarsınız. Ayrıca bu tip kararlar benzer türden toplumsal cinayetlere, vahşetlere de davetiye çıkartır. Ne de olsa suçlular yargılanmıyor mantığına bürünmek daha kolay oluyor. Hayatını bir başka insanın ya da insanların hayatını yok etme üzerine kuran zavallılara yeni alanlar açmış olursunuz ki bu da onlar için piyangodan ikramiye kazanmış talihli olmakla eş anlamlıdır.
Kinini bir çocuktan ,kadından, engelliden ya da bir toplumdan kusma felsefesi üzerine kuran insanlar gerçekten acınacak durumda olan insanlardır. Çünkü sevgi denen okyanustan bir damlaya bile sahip değiller.
Sen sevgiye, hoşgörüye, insana eğiliyorsun; onlar da saltanatın sarhoşluğuna ve güce boyun eğiyorlar. İşte aramızdaki fark budur.