Kelimelerin gizemini fark edip onların peşinden gitmek gerekiyor,bu edebi bir yargıdır. Tarihin kelimelerdeki gizemle bir ilişkisi yoktur, kelimeler ancak ilk anlamlarıyla tarihi oluşturur, gizem değil. Aşklardan daha uzun yaşarmış aşk şiirleri, denilir ya, tarih de onu yaratanlardan çok daha uzun ömürlü olur. Öyle bir ömür ki neler neler sığdırılır! Tekdüzelikten ve yanlılıktan kurtarabilse kendini insanlık tarihine büyük bir armağandır.
Bir erkeğin sokak öfkesini eve taşıyorsa da onu anlatmak için kelama bile gerek kalmaz. Büyük umutlarla yola çıkıp sansür ve baskı sarmalında yeniden yeşeriyorsa, yenilik adı altında eskileri dayatıyorsa da hayal kırıklığından başka bir anlam ifade etmez.
Dünya hızla kirleniyor, kirletiliyor cılız sesler eşliğinde. Çoksesli korular bir bir kenara çekiliyor. Büyükçe kazanlarda kaynayan sevginin yerine küçük olsun, benim olsun, benden olsun naraları yerleşiyor. Yazgıları değişmeyen ya da değiştirilmeye fırsat verilemeyen toplumlar büyük kapıların ardında küçük lokmalar halinde yutuluyor.
Bu mevsim tüm sitemimiz kışadır, baharın gelmesine izin vermeyecekmiş gibi. Tüm mevsimler gibi bu da sona erecek, bu sefer bahardan şikayetçi olacağız. Bir sorunu çözmek için baharların da kışların da aslında tükenmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Mevsimler bazılarına başka baharlara şarkısını tüttürürken, bazıları içinse sabrın tükendiğinin bir göstergesidir. Yaşam dediğin başı sonu belli olmayan bir metafordur, büyük bir karmaşadır, her türlü bilinmezlikle doludur, ama tarih uzun soluklu kitaptır, bir başlangıcı ve sonu vardır, onun ne şekilde dolduğu ve nasıl dolacağı bir yazarın insafına kalmayacak kadar önemlidir. Yazar, alacakaranlıkta sisli bir havada bakmayı tercih ederse gerçekleri görmek istediği gibi, ışıklı bir günün sabahında vicdanını sorgulamışsa da herkesin gördüğünü kaleme alır. Bu dönemsel geçişlerde önemli olan insanların kendilerini kıyıda hissetmemesi duygusunun göz önünde bulundurulmasıdır.
Baskı ve zulüm insanın içindeki kurttur, insanı da tüketir, çevresindekileri de. Bu hemencecik ortaya çıkmaz, zamanla irin olduğu anlaşılır. Bir anlatımda nasıl ki yazarın tavrı yazacaklarının sınırını çiziyorsa bir toplumda da uygulayıcıların tavrı toplumun gidişatı üzerinde etkili olur. Kimi zaman anlamlı bir söz bile rüzgarın yönünü değiştirmeye yetebiliyor, çünkü tarih uygulayıcıların ismi altında kendini var etmektedir.
Akla dayanan meselelerde, özellikle tarihi olaylarda, ve inanca dayalı sorunlarda taklide sığındığınız an ‘’ gerçekler’’ gerçek olmaktan çıkar, salına salına bir o yana bir bu yana savrulur, kendine yeni bir yol bulmaktan ziyade önünün ne zaman tıkanacağını bilmeyen bir hisle hareket eder. Ve o kıvrık, kırılgan yol çabaları da zahmetleri de boşa çıkartır. Ama gerçekler inkar edilmekle yok olmuyor, asırlar da geçse bir şekilde karşımıza çıkıyor. Tarihi oluşturmada vesile olan insanın yapısı tezatlıklar üzerine kuruludur. Bu onların tezat bir tarih yaratacağı anlamına gelmez. Tarihte tanık esastır, üçüncü bir gözün varlığı başka gözleri rahatsız etse de tarihe asıl hizmetin onun tarafından yapıldığı ve yapılacağı unutulmamalıdır; aynı zamanda bu, nesnel olandır . Yoksa kendini yüceltmek ve yenilmez göstermek geçici bir zafer sarhoşluğundan başka bir şey değildir.
Toplumu ilgilendiren her karede şeffaf olmak gerekir. Hiç fil görmemiş bir kasabaya fil getirilip karanlık bir odaya konulunca ona her dokunan dokunduğu yeri zihninde tasarladığıyla tanımlamış. Yani kısacası herkes ‘’kendi filini’’ yaratmış. Halbuki fil aydınlıkta gösterilmiş olsaydı herhalde insanlar kalkıp da çeşitli senaryolar yazma gereği duymazlardı. Bilinen bir söylemle herkes kendi türküsünü yazabilir, şarkısını besteleyebilir, bu durum kişiyle alakalıdır, yani bireyseldir. Toplumu veya bir ulusu ilgilendiren konularda kişilerin böyle bir lüksü yoktur. Tarihin yüzü aydınlık olursa insanlık ondan feyiz alır, yolu aydınlatılırsa yolda görünen iyi ya da kötü her şeyi görme fırsatını yakalar insanlar.
Tarih bir filin insanlardaki çağrışımı değildir.