Eski yıl!
Kaç hüzünlü öykü bıraktın geriye, kaç masum insanın yüzünü verdin kara kışa? Yine de masallar anlatılsın istedin, yeni masallar… Her şeyin unutulduğu, yeni devlerin, ejderhaların yaratıldığı, içinde kan revan olan masallar… Hangi insanlık tarihine, hangi vicdanlara sığdırdın bütün bunları?
Vicdan dediğin nedir ki? Para mı, pul mu? Korunmasına( !) rağmen ağabeyleri tarafından kör bıçakla öldürülen Adıyamanlı bir kadının ruhu mu?
Vicdan dediğin tüm umutlarını bir piyango biletine bağlayan, açlık sınırında nöbet bekleyen ve tüm yaşadıklarına rağmen hayatından memnun olan zavallıların mağrur gibi görünen ama gerçekte mahcup olan bakışları mı?
Vicdan dediğin bir yuvarlak masa etrafında şerbet niyetine içilen kahkahaların göğe erdiği, popülist söylemlerin havada uçuştuğu bir dost meclisi mi?
Kelimelere yüklenen anlamlar yetmiyor bazı şeyleri açıklamaya açıklamaya. Ezberletildi kelimeler , ezber yinelendikçe anlamsız kalıyor kurulan cümleler. Masa başında kurulan cümleler başka hayatları açıklamada yetersiz kalıyor. O kelimelerin kimi ‘’iddia’’ oluyor kimi bilmem ne bela? Hangisiyle açıklamaya kalksan rezalet yapışıyor yüzüne. Ezber zincirini kırmaya çalıştığın an tepene üşüşüyor leş yiyici akbabalar.
Hani bazı eşyalarımız vardır ya, atmaya kıyamadığımız; eskidikçe saklarız onları, yanı başımızda yastığımızın altında, kimi zaman bir dolapta. Kazara başına bir iş geldiğinde bile üzüntümüzü saklayamayız. Bazen kırılan bir bardağın, tabağın, kaybolan bir bıçağın, kaşığın ardında bile neredeyse ah vah ederiz. Düşünün kaybolan bir eşya yani nesnedir bir can, bir hayat değil. Bir annenin kara gözlü yavrusu , hayatta her şeyden sakındığı gözünün nuru değil.
Uzaktan dinlediğimiz hayatların üzüntülerini de uzaktan izleriz. Maddeye boğulan hayatlardan her akşam haberdar oluruz. Kimin nasıl bir ayakkabı giydiğinden tutun da içtikleri çayların markasına kadar kitabımızda yeri vardır, bu ne olduğu belli olmayan hikayelerin.
İnsanlar öldürüldü, katledildi ama bir ünlünün markalı ayakkabısı ya da bir cep telefonu reklamı kadar haber değeri taşımadı.
Katır sırtlarında ve traktörlerde üst üste atılan cesetler bir vicdan aradı, onların sesine ses veren sessizlik oldu sadece. Bir roman ya da hikayede bile kaybettiğimiz kahramanın hüznü yansırken yüzümüze, gerçeklerin görülmesinde akıl tutulması yaşandı.
Mecburiyetten cümleler sıralandı sonradan, mahcubiyetten değil. Tozlu raflarda bekletilen çocukların oyuncaklarıyla eş değerdi yaşamını yitirenlerin. Hayatları bu kadar ucuz, bedavadan biraz pahalı bile değildi.
Bir rüzgarın bizi göğe çıkarmasını, yeni yılda şansımızın yaver gitmesini, paramızın pulumuzun çok olmasını dileriz Noel Baba’dan. Sağlığı kenarda köşede bırakın, çok da önemli değil.
Bazı dileklerimizin hemen gerçekleşmesini isteriz, umudumuz boşa çıkmaz, dileğimiz gerçekleşir. Mesela milletvekili emeklilik maaşımızın 7-8 bin olmasını da diledik, gerçekleşmesine ramak kaldı.
Bir de şu haberlere bakın:
Yine Van yine çadır yangını yine ölüm…
Artık sıradanlaştı bu tür haberler; çadır yangınları ve ölümler bazı insanların yazgısı oldu.
Eski yılın yenisi kendisine nasıl bir sayfa açacak henüz bilmiyoruz . Eskide diretirse veya eskinin üzerine bina edilirse küçük bir sarsıntıda büyük bir gümbürtüyle yıkılacağını kestirmek zor değil sanırım.