Bir masal anlattım neler oldu neler…
Bir yaşıma daha bastım.
Nasıl bir toplum olduğumuzun yepyeni bir yüzünü daha keşfettim.
Öyle ki; başka canlılarla özdeşleşmeye ne kadar da yatkınmışız.
Evet, bir masal yazdım oturdum seyrettim.
Her kes kendisini masalın içinde bir şey sandı.
Bazen güldüm bazen acıdım.
Ben bu masalı otuz kırk yıl öncesini hayal ettiğim için yazdım, otuz kırk yıl sonrasını da şimdi hayal ediyorum ki; torunlarımız bu masalı ve yaşananları okursa ,”yuh be size” diyecek.
Öyle bir hal aldı ki, masalı masal içinde değerlendirmek lazımken masalı hayatımızın kendisi yaptık.
Bütün değerlendirmeler masalın içindeki canlılara göre yapılıp bir birimizi kurşuna dizdik.
Hâlbuki asla masalın her şeyi hayatın kendisiyle örtüşmez.
* * *
Evet, masal “mesel” den gelir. Mesel de ibret almak için söylenir.
Ben kendi dünyamda bütün toplumu ilgilendirecek, bütün toplumun genlerini değiştirecek bir hata gördüm ve o hatanın ne kadar kötü olabileceğine dair bir ayna sunmak istedim.
Benim için A ve B şahsı önemli değildi.
Bir olay duydum, elli yıl öncesi Çelikhan’ı hatırlattı.
Demokrasinin ne demek olduğunu bilmeyen bir topluluğa demokrasi verilmek istenmişti de, halk ağaların kuklası olmuştu.
O zamanın güç sahipleri kendisine taraf olmayan halklara olmadık sıkıntılar yaşatmışlardı.
Her seçimden önce ve sonra bir sürü tahribat yapılırdı.
Tarlalar ekinleriyle birlikte bozulur, yapraklar yakılır, kavaklar soyulur, bahçeler talan edilirdi.
Hatta güç sahibi olmayan birisi belediye başkanı seçilirse sürgün edilirdi.
Yeter ki birisi tespit edilsin ki karşı tarafa oy vermiş onun vay haline…
Zaten o korku bir ahlaka dönüşüp içimize sinmiş ki hala kimse kimseye açıktan (akrabalar hariç) oy vermez.
Her kes herkese oy vereceğini söyler.
Hele yitmişli yıllar var ki düşman başına…
Ortalama altı ayda bir iktidar değişirdi.
Her değişimde bütün müdürler değişirdi.
Bütün birimler yerle bir edilirdi.
Kimisi sürgün edilir kimisi en alt seviyelere indirilirdi.
Eğer idari kanunlar olmasaydı belki de her kes işten bile atılırdı.
Toplumda müthiş bir kin ve buğz hâkimdi.
* * *
Sonra 12 Eylül geldi.
Her kes eşit şekilde nasibini aldı.
Güç sahipleri de sıradan halk da aynı şekilde o silindirin altında ezildi.
12 Eylül’ün belki de tek ve güzel tarafı buydu.
Toplum o eski iğrenç ahlakında sıyrıldı.
Tabi zaman geçtikçe dünyada değişti, golaballeşti küçücük bir köy haline geldi, hatta bir monitöre sıkıştı.
Ve insanlar aydınlandı, zihniyetler değişti, hürriyetin tadına varıldı.
Diktatörler bir bir devrildi.
Komünizm çöktü, kapitalizm zirveden aşağı doğru düşmeye başladı.
İkiz kuleler dünyanın gözünü biraz daha açıp Arap baharına yol verdi.
Türkiye bambaşka bir kulvara girip yüzyıllık bir iç hesaplaşmasına gitti.
Ve insanlık yeni bir çağın; serbestiyet ve malikiyet çağının eşiğine geldi.
* * *
Ve işte tam bu hengâmede bir olay duyuyorum, yüzmü Çelikhan’a çeviriyorum ruhum sıkılıyor.
Çelikhan hala yerinde sayıyor.
Bu toplumu elli yıl öncesine taşıyacak bir karakter görüyorum.
Ve kendimce karşı çıkıyorum.
Olay:
A şahsı ile B şahsının mücadelesidir.
A şahsı haklımıdır?
Belki…
B şahsı suçlu mu?
Belki…
Benim karşı çıktığım: Bir yanlış bir yanlışla düzeltilmemeli.
Artık kozmik odaların bile açıldığı günümüzde gizli hiçbir şey kalmamalı.
Konuşulması gereken her şey konuşulmalı.
Konuşulacak o kadar çok zemin var ki…
Demokratik zeminler var…
Sosyal paylaşım alanları var…
Ve herkesin gözü önünde medya var…
Kalkıp hala elli yıl öncesinin mantığıyla hareket etmek bu çağa asla uymaz.
* * *
Evet, bir yanlış yapıldı.
Ben karşı çıktım.
Bu karşı çıkış asla bir tarafı kollama anlamını taşımaz.
Hiç kimsenin suçunu örtbas etmek içinde değildir.
Varsa bir suç buyurun bütün meydanlar açıktır.
Ben bu olayın metoduna karşı çıktım.
Ve taşımı attım.
Ne gariptir ki bütün bir halk başını pencereden dışarı çıkarttı.
Her kes kafasını taşa uzattı.
Ve yine ne gariptir ki;Şimdi suçlu benim.