1970 li yıllardır.
Nur camiasıyla yeni tanışmışım.
Her ne kadar aileden gelen Adalet Partisi sevdası taşıyorsak da, tanıştığım nur hakikatlerinde Üstat kesinlikle siyasetten uzak kalınmasını emretmiş.
Bu emir o ilk nurlarla tanışma döneminin verdiği ihlâsla kesin bir karar olarak beynim ve gönlümde kabul görmektedir.
Hakikaten derslerde hiç siyaset konuşulmamaktadır.
Dolayısıyla evdeki siyaset tartışmalarına hızla kulak kapamış nur hizmetine konsantre olmuşum.
Derken bir seçim zamanına denk geldik. Birden cemaat’te de ders bittikten sonra kalan birkaç Abi siyaset konuşmaya başladı.
Ve bu konuşma çocuk kafama sığmamaya başladı.
Hemen ağabeylere sordum: “Üstat siyaset yok diyor siz siyaset konuşuyorsunuz. Hatta partiyi de belirtiyorsunuz. Bu neyin nesi?”
Tabi hemen bilgiç bilgiç baş sallamaların sonunda: “evet biz siyaset yapmıyoruz ama oyumuzu da kullanmak zorundayız.”
-“Ama Üstat…”
-“Evet, Üstat hiç siyasetle uğraşmadığı halde zamanı gelmiş 1950 de demokrat partiye oy vermiştir.”
-“Allah Allah Üstat kendisiyle çelişiyor mu?”
-“Hayır, hâşâ Üstat kendisiyle çelişmiyor. Üstat muktezayı hale mutabık hareket ediyor.”
-“O ne demek?”
-“Yani zamanın şartlarına göre nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle davranmış.”
-“Ama bir adam (euzu billahimine şeytani ve siyaseti) demiş ve asla bakmamış ve bakılmamasını da ısrarla tavsiye etmişse sonra kalkıp bir partiyi desteklemesi kafamı pek sığmıyor.”
Yine bilgiç bir tebessüm ve sırtımın sıvazlanması sonucu:
-“sen daha çok gençsin illerde her şeyi anlarsın. Sadece ustada güven gerisini fazla düşünme. Hem şu anda siyaset yapsak ta sizler için uygun düşmez. Ayrıca başka bu konuda soran olursa vereceğin cevap şu olmalı: biz nur talebeleri olarak sağın en büyük partisine oy veriyoruz ki kominizim başka sol partilerin kanatları altında ülkeye gelmesin.”
Eh o zamanın şartlarına göre ve yukarda da belirttiğim gibi aileden gelen Adalet Partililiğimizden dolayı hoşuma gitmiş derslere devam kararı almıştım.
Yalnız o çağdaki arkadaşlarımdan diğer partilere mensup çocuklar dersleri terk etmeye başlamışlardı.
·
Derken bir başka seçim zamanı daha gelmişti.
(Çünkü 70 li yılların sonuydu ülke çalkantı içindeydi.)
Bu sefer daha fazla siyaset konuşulmaya başlandı.
Birazcık hoşumuza da gidiyordu.
Demirel’den sitayişle bahsediliyor Erbakan’a kızılıyor Ecevit’ten nefret ediliyordu.
Türkeş’e ise “Milliyetçi Cephe” hükümetlerinde iyi huylu ortak olmasından dolayı hiç kızılmıyordu.
Tabi ileriki zamanlarda 60 ihtilalini yapanların içinde Türkeş’in olduğunu ve Üstat hazretlerinin kabrinin değiştirilmesinde baş aktörlerden birisi olduğunu öğrendiğimde en azında iç âlemlerimizde buğzedilmesi gereken birisi olduğu halde kızılmamasının sebebinin siyaset olduğunu kavramıştım.
Hani kendi tarafındaki şeytani melek görme eğilimi var ya.
Hani üstadın en çok kızdığı siyasetin o yönü…
Her neyse o dönemde de siyaset yapılması yine kafamı kurcalamaya başlamıştı.
Zira tartıştığımız birçok emsallerimizin tek eleştirdikleri konu siyasi yaklaşımımızdı.
Demirel ve Adalet Partisi en yumuşak karnımız olmuştu.
Arkadaşlar bize saldırdıkça bizde ağabeylere saldırmaya başladık.
Tabi Risaleleri okuyunca aslında hiç siyasetle uğraşılmaması gerektiğini anlıyoruz lakin ağabeylerin anlatışlarını dinleyince siyasetin önemli olduğunu kabul ediyorduk.
Kısaca garip bir ikilem içine girmiştik.
“Demek Risaleleri tam kavrayacak potansiyele sahip değildik. Ağabeyler böyle yaptığına göre Üstadın o yöndeki derslerini biz demek yanlış anlıyoruz. Ağabeylerin bir bildiği muhakkak vardır”
Bu tür düşünceler ışığında kendimize teselli verirken yinede dışarıda bizi zora sokan soruları onlara da yöneltiyorduk.
“Üstat nur ile siyaset topuzu bir arada olmaz” dediği halde neden siyaset ve partiler” diye tekrar sorduk.
Bu sefer yepyeni bir kavram la tanışıyorduk.
“Ehveni şer…”
Her taraf şer ise hepsi kötü ise en az kötü olanı seçmek zorundayız ki en az tahribatla geçiştirilsin.
Eh bu cevap biraz tatminkâr olmuştu ve sorgulamamız bitmişti.
Tatmin olmuştuk. Lakin hiçbir zaman bir başka partiliyi de cemaate getirmedik.
Fakat gözle görülür bir çelişki yaşıyordum.