Sırtıma aldığım yokuştan bir gömlek var.
Ha bire tırmanıp duruyorum.
Yollar dikenli yollar kıvrım kıvrım…
Anasını yitirmiş bir kuzu misali insanlık ovasında meleşip duruyorum.
Modern çağlarda mistizmi aramak kadar abes bir şey yok.
Ve ben o abesiyetin peşine takılmışım…
Hazin bir örtüyle saklanan gözyaşlarımla etrafı kolaçan ediyorum.
Ey hakperestlik nerdesin?
* * *
Pis bir çağın pis bir siyasetine bulaşmış duygularımı temizleme çalışıyorum.
Lakin ne gezer…
Varlığım neden bu orta yerde sırıtıyor?
Âlemi mihverde tutan nedir?
Peki, dünyaya meydan okuyabilir miyim?
Çelikhan’a ve Çelikhanlıya bile gücüm yetmiyorsa…
Acaba bu bir çılgınlık mı?
Acaba kültürleri hep çılgınlar oluşturmamış mı?
Yok, be arkadaş benim dünyam ile bu çağın dünyası bir değildir.
Ne ben bunları anladım nede bunlar beni.
Benim dünyamda ağaç kakan tabiatıyla hayata delikler açılmaz.
İrtifa iftiharı getirir mi dersiniz?
Oysa benim iftihar edecek irtifalarım talan edildi.
* * *
Hayata pis bir siyaset gözlüğüyle bakanlar melekleri şeytan şeytanı da melek görür.
Hâlbuki ben sadece ve hep şeytana lanet okudum.
Büyük sarhoşluklar içinde küçük ayık olmak ile büyük ayıklıklar içinde küçük sarhoş olmayı karıştırmışız.
Renk olmazsa gözün ne ehemmiyeti var?
Sadece at gözlüğü bu manayı karşılayamıyor.
Yeşil ve morun arasında ki bütün tonları barındıran dağlar ile beyaz ve maviyi barındıran denizler istediği kadar yerinde dursun.
Hayat emaresini belirten renklerdir.
Cisimleri ayırtan turnusol kâğıdının hammaddesini bilmek gerek.
Ve toprağın rengine hayatının akışını…
* * *
Bana bu çağın tortusu bulaştı.
Gerisin geriye de dönemem.
Öyle ise değişim-i ekber gerekli.
Eminim ki yarına da dakikalar kalmış.
Şimdi bir haykırış zamanıdır.
Çünkü bu yollar tepilmeli.
Dehlizlerin yaşam karakterine bürünmüş sahte kahramanlara bir lafımız olmalı.
Yani haykırış zamanıdır:
-“Sonunuz ne olacak, ey çalkalanan dünyanın balçığa sıvanmış yarasa tabiatlılar.
Sonunuz ne olacak, ey batılı hak zannedenler.
Ve çamurları miski amber gibi yüzüne sürenler...”