Bu gün “söz”lerle başımız derde girmişken, ortalıkta dolaşan alçakca sözlerin bir toplumu nasıl uçuruma doğru sürüklediğini izlerken,sayın Valimizin de Karmkuk suyu için cemaat yapıp geleneksel bir yolla davayı çözmeye çalışırken,muhatapların devleti,kanunu dinlemediğini,şimdide cemaati de dinlemek niyetinde olmadığını duyduğumuz (eğer doğrusa tabi…) fiiller ortalıkta dolaşırken,şeytanlaşmış insanların hala ortalığı karıştırdığını görürken. ”darbe insanı öldürmez,tahrik edici sözler insanı öldürür” atasözünü hatırlatırcasına,şeytanın kulağıma fısıldadığı ve benim dinlemek ve dahi dillendirmek istemediğim tahrik edici bir sözü asla söylemek istemezken,”söz namustur” hakikatından “su da namustur” teoremini ıspatlamaya çalışan ,hala eskiye takılmış bir zihniyete tuz biber olsun diye sözü bir “söz”’e bırakıyorum.
SÖZ
Sözden söze mana yol bulup giderken… Sözün eğrisinden dost feryat ederken... Günlerin asırlara, sözlerin savaşlara gebe olduğunu görürken…
“Söz ola kestire başı
Söz ol bitire savaşı”
Hengâmesinde nice nice sözlerin nelere kadir olduğunu düşünürken, kulaklarımıza bir söz fısıldanır. O söz kimi yerde bir tarih değiştirir. Kimi yerde hayata hayat katar, kimi yerde hayatları katleder.
Ve işte bir söz fısıldanır Hüso Ağa’nın kulağına, Hüso Ağa da önce titremeye başlar, kalbinde fırtınalar koparken yüzünde hiçbir şey olmamış gibi bir durgunluk hükmeder. Oysa Hüso Ağa’nın içindeki korkunç fırtına bütün haşmetiyle Hüso Ağa’nın hanımı Güllü hatunun yüzünde belirir. Güllü hatun olduğu yere çöker. Adeta dizlerinin bağı çözülmüştür, karnındaki bebeğinin tekmeleri birer balyoz gibi karnını döverken, sanki beynini dövüyormuş gibi zonklar. Gözündeki ışıltı birden bire sonsuza kadar kaybolur.
O kocasını çok iyi tanıyordu. Yıllardır onun bütün yönlerini iyi ezberlemişti.
“Hüso bu sözün altında asla kalmaz.” Diye içinde geçirdi, artık onun için tek, bir kurtuluş vardı… Babasının evine kaçmak…
Hüso ağa o gece yatmaz. Sabaha kadar düşünür kendisini bir mengenede sanıyor, nefesi daralıyor, tonlarca ağırlığını altında ezilmiş gibi hissediyordu.
Bir söz insanı bu kadar etkiler mi? “Hayır hayır! Bu bir söz değil. Bir iftira. Hem de ağır bir iftira.”
Hüso bilinen manada bir ağa değildi. Ama köyün ileri geleni sayılırdı. Biraz variyeti biraz zorbalığı olduğu için kendisine ağa diyorlardı. Zaten kendiside ağalık taslamazdı. Ama ağırlığını da hissettirmek isterdi. Yeri geldiğinde cömert olduğu gibi yeri geldiğindeki dünyanın en büyük zalimi kesilirdi.
Ona karşı çıkanı asla af etmezdi. Çoğu kere düşmanları evini yurdunu bırakıp, Hüso Ağanın şerrinden kaçmak zorunda kalırlardı.
Avgurı da onlardan biriydi. Avgurı’nın harmanını yakmış bütün tarlasını bozmuş, evini de yakacağını söylemiş ve Avgurı mecburen çoluk çocuğuyla köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Hüso ağa, Avgurı’nın gittiği gece evini de yakmış ve hızını alamayarak Avgurıya bir elçi göndererek; “Biz insanın evinin böyle harabeye döndürürüz.”
Sözün sözü doğuracağını, hesaplamadan söylenen bu söz… Avgurınında taşmasına, köşeyi sıkışmış kedi misali aslan kesilmesine neden olmuştu. Hüso ağaya gücü yetmemişti. Ama sözün altında da kalacak değildi. Öyle bir söz söyledi ki Hüso ağanın hayatını cehenneme döndürmüştü. Ona öyle bir cevap vermişti ki, onu can evinden vurmuştu.
Hüso ağa çaresizlik girdabındadır. Hüso ağa sabah ezanıyla birlikte kendini toparlayarak “Erkek dediğin şerefi için ölmeyi bilmeli. Kendini artık bundan itibaren yok saymalıyım.” diyerek odasından dışarı çıkar. Hanımının yattığı odaya bakar ki hanımı yoktur. “Allah kahretsin. Babasına kaçtı ha! Şimdi bir kat daha yıkıldım işte!”
Evet bir kat daha yıkılmıştı. Artık Avgur sözünü boşa söylememiş diyecekler.
Bir an durakladı. Başını avuçları arasına alıp düşünmeye başladı. Karısına güveniyordu. Ama el’e ne diyecekti.
Olacaklar olmalıydı.
Bir süre sonra ayağa kalktı. Ve dışarı çıktı. Hami Hüsenin evinin önünde durup kapıyı tıklattı. Tan yeri henüz ağarıyordu.
- Kimdi?
- Benim Hüso.
- ....
- Ham kapıyı açıp
- Hayrola Hüso
- Hiç bir şey sorma elbiselerini giy. Seninle bir yer gideceğiz.
Hami Hüse ağzı laf yapan birisiydi. Civar köylerde sözü geçerliydi. Bir yerde bir cemaat yapılsa onu da mutlaka çağırırlardı.
- Hüso onun itibarını kullanarak karısını tekrar almaya gidecekti.
Yolda karısının korkup kaçtığını halbuki hiç bir şey yapmayacağını söyleyerek Hamo’yu ikna edip karısının köyüne gittiler.
* * *
- Bak anneciğim ben onu iyi tanırım. Beni tekrar göndermeyin. Eğer gidersem kesinlikle beni öldürür. Hiçbir şey yapmadığını bile bile sadece gururu için beni katleder.
- Dinle kızım Hüso ağır yeminler ediyor. Hem Hami hüseyi’de getirmiş. Hami hüse böyle bir şeye alet olmaz. Ayrıca bende seninle geleceğim. Bir kaç gün yanında kalacağım. Zerre kadar bir şey hissedersem seni geri getiririm. “Ama anne!..” Güllü hatun kocasının karşısına geçince Hüso ağa:
- Sen deli misin? Yoksa manyak mısın? Ben bir soytarının sözüne inanıp sana zarar verir miyim? Şunu unutmam ki: ‘İt ürür kervan yürür.”
Daha bir sürü söz söyleyerek Güllü hatunu ikna edip yola çıktılar. Çay boyunca yol alıyorlardı. Artık köylerinin hizasına gelmişlerdi. Hüso ağa Güllüye yaklaşıp samimi bir şekilde konuşmaya başladı. Çünkü Hüso’nun sırtındaki mavzere gözü iliştikçe bütün vücudu titriyordu. Zaten 7 aylık gebeydi. Zor yürüyordu.
Bir de korku saldı mı dizleri daha da ağırlaşıyordu. Hami Hüse ile Güllü’nün annesi karı koca arasına girmeyelim belki söyledik sözleri vardır diyerek biraz ilerlediler. Bir ara öyle dalmışlardı ki tamamen gözden kaybolmuşlardı.
İşte ne olduysa o an oldu...
Bir mavzer patladı, canhıraş bir feryat ve fırtınanın kopması...
Dağlardan silahın yankısıyla Şirfin deresinden bir ağıt yükselir arşa, sonra taş olur mızrak olur düşer annenin üzerine; yüreği parçalanır ve annenin dudaklarından çığlıklar yükselir.
Manzara dehşet vericidir.
“Nasıl kıydın ceylanıma. Nasıl kopardın gonca gülümü? Karnındaki bebesine de mi acımadın. Bakın bakın kolu çıkmış bebeğin.Oy Oy! Ben ölem ben ölem!”
Sarılır anne kanlar içindeki cansız kızına. Delik karnından çıkan bebeğin elini yüzüne sürer. Kızını göğsüne yaslayıp arşı alaya figan eder. Melekler kulaklarını tıkar. Sema görmemek için kara bir bulut perdesini çeker gökyüzüne, rüzgar öylesine hızlı eser ki ağaçlar secdeye kapanır. Dağlardan uğultu, Şirfin çayında çalkantı başlar. Hami Hüse başını avuçları arasına alıp olduğu yere çökerken, Hüso ağa Avgurı’nın gittiği köyün yolunu tutar. Gözleri kan çanağına dönmüş. Beyninde sadece Avgurı’nın Söz’ü zonklar. Her düşündükçe bir yılan olup ruhunu ısırır. Tek hedef Avgur’dır. Avgurı ALTI kişilik bir gurupla tarlada ırgatlık yapıyordu. Mola vermişlerdi su testisini kafasına dikip içtikten sonra indireceği an Hüso ağanın mavzerinin kanlı demiriyle karşılaşır. Mavzerin deliğinde sonsuz bir karanlık hükmetmektedir. Namluda alevler fışkırırken dudaklarında Hüso ağaya söylediği söz fısıldanır. “Sende yatağına hangi gözle bakacaksın”
Not: Hüso ağanın ne olduğunu sormayın. Onu vicdanıyla baş başa bırakıyorum.