Sevgili dostlar!
Bir önceki yazımda Sayın Ercan Turan ile ilgili 4 yazı yazmam gerekir diye bir başlık atmış ve bir tanesini yazmıştım.
Fakat gelen yorumlar ve yapılan spekülasyonlar sonucundan dolayı geri kalan yazıları şimdilik askıya almayı düşünüyorum.
Ayrıca İnşallah o borcumu şu an üzerinde çalıştığım."Anadolu mayasıyla mayalanan devlet -millet rabıtaları" adlı kitabımda ayrıca ödemeye çalışacağım.
Tabi bu kitap girişimi belki sizce anlamlı gelmeyebilir.
Hâlbuki mesele “Anadolu” olunca akan sular durur.
Anadolu dünyanın en farklı, en fantastik ve fantastik olduğu kadar gerçek bir güzellik abidesidir.
Anadolu bütün insanlık tarihi boyunca sadece iki topluluğa yar olmuştur.
Romalılar ve Osmanlılar…
Zira Anadolu öylesine narin bir güzeldir ki kolay kolay kimseye yar olmamıştır.
Anadolu tarihi incelenirse şu gerçek ortaya çıkacak ki: Malazgirt savaşından sonra o kadar farklı insan topluluğu muzayiğine sahip; farklı dilden, farklı dinden, farklı etnisiteden müteşekkil topluluklar anaforu olduğu halde buralar zapt edilirken hiç de büyük mukavemetle karşılanılmamış.
Çünkü Anadolu’yu mayalayan insanlar mayası temiz bir İslam topluluğuydu.
Mayası temiz insanlar bu toprakları mayaladılar ve o maya sonucu muhteşem bir Osmanlı medeniyeti inşa edildi.
Ve yine o maya sonucu yüzyıllar boyunca bu topraklar Osmanlı olarak kaldı.
Dediydik ya Anadolu’ya birçok medeniyetler göz koymuştur tarih boyunca…
İşte o göz koymalar her zaman süre gelmiştir.
19. ve 20 yüzyılda dünyaya hükmeden yeni güçler de aynı şekilde bu muhteşem güzele göz koymuşlardı.
Ne yazık ki bunu elde etmenin tek yolunun “mayasını bozmak” olduğunu biliyorlardı.
Bu sebeple yerleşik kadim medeniyetlerden oluşan Anadolu muzayiğini “tuz ruhu” adındaki bir kimyasal niteliğinde ki etnisite kavgalarını başlatacak tohumlar attılar.
Evet, yaklaşık 2 yüzyıllık bir tahrik sonucunda her şey bitti bitecek derken bana göre son yirmi yıldır tekrar bir Anadolu mayalanması hareketi başlatılmış oldu.
Tabi bunun altyapısı da Anadolu mayasının irfani ve tefeküri geleneğinin derin köklerindeki asr-ı saadetten beslenen damarın tekrar neşv-ü nema bulmasından kaynaklanıyor.
Ve bu neşvü nema son yüzyıldaki bütün baltalanmalara rağmen yeşerdi durdu.
Anadolu tarlasında belki toprağın üstü çeşitli biyolojik ajanlarla ve sentetik sam yelleriyle harap olurken toprağın altında o damarlar asla zedelenmemişti.
Ve işte o damardan beslenen “mayası temiz” insanlar tekrar Anadolu’yu mayalamaya çıktılar.
Ve işte bu insanlardan bazıları da kaymakamlar teşkil etmektedir.
Ve işte bende kendi dünyamda kaymakamları bu kadar değerli görüyorum.
Çünkü bu toprakları, bu toprakların en ücra yerlerini dahi en çok kaymakamlar mayalayabilirler.
Bu vesileyle o kitapta sadece Ercan Turan değil ondan önceki çok sevip saydığım diğer kaymakamlarında özelliklerini yansıtmaya çalışacağım.
Mesela delidolu fakat asalet kokan duruşuyla bir Hüseyin Kök,
Engin ve müşfik bakışlarıyla bir Mustafa Kaya…
Zarif kişiliğiyle bir Harun Başıbüyük.
Çelikhan’ı ilk gördüğü zaman bütün samimiyetiyle Çelikhan’ın birçok eksikliklerini görüp içten gelerek:”ben bu Çelikhan’ın makus talihini yeneceğim” diye haykıran Mustafa Sarıkaya...
Evet, bunlar yirmi birinci yüzyılın yeniden şekillenen Anadolu’nun devlet millet bütünleşmesini sağlayan maharetli ellerdir.
Bu eller Anadolu’yu baştan sona tekrar süren ellerdir.
Bu eller Anadolu’yu ceberut devlet anlayışından kurtaran ellerdir.
Bu eller toplumu ürkeklikten de kurtaran ellerdir.
Ceberut devlet anlayışının gölgesinde yetişen benim jenerasyonumdaki insanlar nasıl bir ürkeklikle büyüdüğünü çok iyi bilirler.
Bir askerin tek başına bir köyü toplayıp süründürdüğünü, bir polisin istediği insana hakaret edip patakladığını, annelerin çocuğunu uyutmak için asker veya polisle korkuttuğu zamanları çok iyi biliyoruz.
Hele hâkim, savcı ve kaymakam mevkilerindeki insanların bambaşka bir insan sınıfında ve asla ulaşılmayacak makamlar olduğunu kabullendiğimiz zamanları henüz dün gibi hatırlıyoruz.
Resmiyet ile sivil arasında kainatlar kadar mesafeler vardı.
Ve işte bu anlayışı yukarda ismini verdiğim ve onlara benzer kaymakamlar yıkmıştır.
İşte onlar Anadolu mayasını devlete de çalan insanlardı.
İşte onlar devlet ile halk arasındaki korkunç uçurumu kapatan kahramanlardır.
Onun için onları her zaman seveceğiz.
Çünkü hiç birisi kendisin sevdirmeyecek hareketler yapmamışlardı.
Mesela bu kaymakamlardan her hangi birisi eski bir mantıkla hareket etseydi bu kadar sevilirler miydi?
Mesela bir müdürüne: “ben geldiğim zaman önümde hazır ol vaziyet te duracaksın” deselerdi böyle yâd edilirler miydi?
Mesela gelir gelmez Çelikhan’ın tüm lokantalarıyla kavga edip; “siz kötü yemek yapıyorsunuz.” deyip hemen hemen her gün Sürgü’ye gidip gelen misafirlerini de oralarda ağırlasaydılar, ne kadar hizmet etse de kim sevecekti.
Mesela bir saat süren bir toplantıda tam üç kişiye durup dururken görevini hatırlatıp: “yapacaksın arkadaş yoksa soruşturma açarım” deyip, en son sözü en başta söyleselerdi iki yıl boyunca nasıl memleketi idare edeceklerdi.
Mesela ŞŞ Anadolu lisesinin ve daha önce YİBO’nun konferans salonlarını Çelikhan’daki variyetli insanlara yaptırtan eski kaymakamlar; “ben zenginleri sevmiyorum” diyerek variyetli insanları hiçe saysalardı. Böyle bir hizmet yapabilirler miydi?
Daha da önemlisi: mesela belediye başkanlığını da kendisine bağlı bir müdürlükmüş gibi algılayıp belediye başkanlarının hukukunu çiğneyip belediye başkanlığını da soyunsalardı...
Örneğin: Adıyaman da dâhil hemen hemen tüm ilçelerde ruhsatsız mezbahalar işletildiği gibi Çelikhan’da da ruhsatsız bir mezbaha olduğunu görünce: birlikte bir çözüm üretme yoluna gireceğine sınırlarını da aşarak “ben mezbaha için soruşturma açıp kapatacağım” deyip toplumu gerselerdi hangi akla ve neye hizmet edeceklerdi.
Daha da önemlisi…
Her neyse…
Kim ne derse desin modern çağın demokratik toplumlarında kaymakamlık ve benzeri makamların misyonu zaten bellidir. Lakin Anadolu’da bu iş biraz daha farklı olmak zorundadır. Çünkü modern çağ ile kadim ve köklü medeniyetimizin bir terkibi yapılmak gerekiyorsa kaymakamların rolü çok büyüktür.
Vesselam…