İlkbahar geç olsa da geldi. Meşakkatli bir kavuşma oldu. Şükür kavuşturana!
Çetin geçen kışın ardından, bahar mevsimi bizi dağların, tepelerin, çiçeklerin dünyasına davet ediyor. Davete icabet lazım. Dünya telaşesinden fırsat bulduğumuz bir gün, beton yığınlarının arasından arkamıza bile bakmadan tabiata doğru yürüyoruz…
Eriyen kar suları; dağların, tepelerin eteklerinden akıyor. Çimenler, yeşilin en parlak tonuyla gösteriyor kendini. Çiçekler, henüz açmış. Toprak ıslak, yer yer çamur. Bata çıka yürüyoruz. Olsun.
Oturacak bir yer buluyoruz. Kara çaydanlık, taşların üzerine yeniden kuruluyor. Ağaçlar başımıza toplanmış, dallarında kuşlar yaktığımız ateşin dansını seyrediyorlar. Doğallık, samimiyet, heyecan ne ararsan var.
Modern zamanların bizden esirgediği, hasret duyduğumuz ne varsa tabiat fazlasıyla veriyor. Toprakla temas bir yığın stresi alıp götürüyor. Kuşların ve hafiften esen rüzgarın ortaklaşa hazırladığı ezgiler, çimen kokusu, ateşin çıtırtıları… Terapi dedikleri bu olsa gerek.
Doğanın bağrında geçirilen birkaç saat; hayatın telaşını, yorgunluğunu az da olsa unutturuyor. Çünkü burada sahtelik yok; karşılık bekleyen, hor gören yok. Dağların heybeti, ağaçların sabrı, kuşların ve çiçeklerin zarifliği var. Bu da insanın özüne yani kendine dönmesini kolaylaştırıyor.
Günlük hayatımız; beton yapıların, kalabalıkların içerisinde, koşuşturma ile geçiyor. Ardından bitmeyen bir yorgunluk, bir dinlenememe hali. Dünya telaşı vesselam. Ferahlamak için adres tabiat dersek herhalde yanlış olmaz. Fırsat buldukça...