“Vefa, artık sadece bir semt adı.” Bu cümleyi ne zaman duysam üzülürüm. Çünkü vefa, insan olmanın en önemli şartlarından biridir. Gönül bağını, muhabbeti, beraber yaşanılan hüznü ya da neşeyi unutmamaktır. Zaman geçse de, araya mesafeler girse de, ortak maziye sahip çıkmaktır. Vefa yok ise beraber yürünecek bir yol da yoktur.
Hayat serüvenimizde yalnız değiliz. Üzerimizde emeği; üzerinde emeğimiz olanlar var. İyiliğini gördüğümüz, iyiliğimizin dokunduğu; derdimizi dinleyen, derdiyle dertlendiğimiz insanlar var. Kader birliği diyelim. Bunu unutanlardan olamayız.
Bir yerlere gelebilmek, bir şeyler elde edebilmek veya sırf zaman geçirmek için insanlara fırsat gözüyle bakanların heybelerinde, samimiyet olmaz. Vardıkları yer genellikle yalnızlıktır. Vefa ateşinde pişmeyen kahvenin hatrı, fincan soğumadan biter.
Evvelde yaşananları unutmayan, hatıralara sahip çıkan, bununla birlikte elde olmayan mesafelere sitem etmeyen insanlar varsa hayatımızda, sevinebiliriz. Onlar; sıkıntılı zamanlarımızda hizamızda duran, kalabalık dağılınca geriye kalanlardır. Yine onlar, vefa diyarının sakinleridir. Vefa diyarında, anılar hep tazedir, iyilik ve emeklere bir karşılık beklenmez. Borç ve alacak olmaz. Maddiyat ve menfaat şubesi kapalıdır. Her yapılan gönülden yapılır.
Zor zamanlarımızda uzatılan bir eli, acımızı yüreğiyle paylaşanı, iyiliğimiz için kendinden fedakârlık edeni unutmak mümkün mü dür? –Değildir. Hayatlar ya da mekânlar ayrılsa da hep yanımızdadır. Anlarımızda ve anılarımızdadır. Çünkü madden beraber olma bahsi aşılmıştır. Aslolana, yani manaya geçilmiştir. Vefanın bir boyutu da budur.
Vefa ile vefat kelimeleri aynı kökten gelir. Kaybettiğimiz insanların bize bıraktıkları hatıralar ile teselli buluruz. Bir fotoğraf karesi ya da bir eşya. Özenle saklar, üzerine titreriz. Hüzn-ü vefa bu olsa gerek.
Vefa, kıymete değer bir ömrün olmazsa olmazlarındandır. O yoksa samimi bir gidişat da yoktur. İnsana yakışan; hayat merdivenini, bu şuur ve tavırla çıkmak; vefa basamağını atlamamaktır.