Anlamak istemediğiniz zaman en sihirli, en çarpıcı ve en seçkin kelimelerle bile anlatsalar anlamayacaksınız.
Anlamayacaksınız, çünkü anladığınızda söylediklerinizin ve yazdıklarınızın çoğunun boşa çıkacağını bileceksiniz. Bu da işinize gelmeyecek.
Anlamak istemiyorsunuz; çünkü o zaman yıkmak istediğiniz düşmanınız karşısında gücünüzü ve hırsınız kaybetmekten korkuyorsunuz. Çünkü o zaman düşmanınızın aslında sizin dediğiniz kadar kötü olmadığını göreceksiniz.
Anlamak istemiyorsunuz; çünkü o zaman, vehim, korku ve ihtiraslarınızla kurduğunuz hayal dünyanızdaki kurgularınız bozulacak.
Anlamak istemiyorsunuz; çünkü o zaman çevrenizdeki insanların aslında sizinle aynı şeyi düşünmediğini, aynı şeyi konuşmadığını ve aynı şeyi yazmadığını görecek, yıkılacaksınız.
Çünkü anladığınızda bir hiç olduğunuzu, hatta “hiç”in de altında olduğunuzu haykıran insanların seslerini duyacaksınız, duymak zorunda kalacaksınız.
Kendinize kalkan ve siper olarak kullandığınız elinizdeki gücün aslında bir akrep, bir yılan olduğunu görecek, korku ve dehşetle irkileceksiniz.
O zaman, isminizin önündeki sıfatların, uhdenizdeki makam, güç ve paranın değil; sadece, yalnızca ve ancak “insan” olmanın, “adam” olmanın önemli olduğunu anlayacak ve onun da sizde olmadığını fark edeceksiniz.
Birilerini eleştirirken, birilerini itham ve ilzam ederken, bunu acımasızca, gaddarca, insafsızca, vicdansızca ve hatta hayvanca yaptığınızı alnınızdaki lekelerden fark edeceksiniz.
Fikrini, düşüncesini, siyasetini, inancını beğenmediğiniz ama sadece beğenmediğiniz kişiye atmak için kucağınıza doldurduğunuz taşları atarken, hıncınızı, öfkenizi ve gözünüzün kararmışlığını yüklediğiniz taşların avuçlarınızda bıraktığı kan lekelerini göreceksiniz.
Aslında kendinizin de masum olmadığınızı göreceksiniz. En az suçladığınız, en az taşladığınız ve en az yalanlarınızla dolanlarınızla karalamaya çalıştığınız insanlar kadar suçlu olduğunuzu, belki de bunu örtmek, gizlemek ve gözlerden kaçırmak için böyle davrandığınızı anlayacaksınız.
İşte bu yüzden anlamak istemeyeceksiniz.
Anlamak istemediğiniz ve anlama ihtimalinizi ortadan kaldırmak için, beyninizi, kalbinizi ve vicdanınızı uyuşturmak, sarhoş etmek üzere sarılacaksınız bir şeylere; her zaman yaptığınız gibi.
Oysa ilk taşı atmadan önce veya ilk taş atılmadan önce, mesela Hz. İsa’nın şu kıssasını hatırlayabilseniz, belki anlardınız…
Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadını Hz. İsa’ya getirirler.
Suçlu kadını orta yere çıkararak Hz. İsa’ya, “Muallim, bu kadın tam zina ederken yakalandı” der ve cezalandırılması için bir de gerekçe öne sürerler: “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?”
Belli ki beş Ulul-Azm peygamberden biri olan Hz. İsa’yı diğer bir Ulul-Azm peygamber olan Hz. Musa ile karşı karşıya getirerek zor durumda bırakmak istiyorlardı. Kendilerini dönemin seçkin din sınıfı olarak görenler Hz. İsa’ya bir nevi ‘din baskısı’ uygulayarak arzuladıkları kararı vermeye zorluyorlardı. Hz. İsa’nın verdiği cevap, İncil’i çok ayrıntılı bilmesek de, Türkçemize giren ve muhteşem bir cümle:
“Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!”
Evet, işte bu yüzden anlamayacak, anlamak istemeyeceksiniz. Çünkü anladığınızda aranızda ilk taşı atacak günahsız biri olmadığını fark edecek ve utanacaksınız; eğer utanacak kadar yüzünüz kaldıysa…