T.S.Eliot, nisanı, ‘ayların en zalimi’ olarak niteler; Lale Müldür, ‘her meleğin zulmünden’ söz eder. Bu göndermelerin kalkış yeri ve doğrultusu, sözün bağlamı gözetilmeksizin belirlenemez. Ama Buhurumeryem -ki Behçet Necatigil ve Kamuran Şipal de aynı adla birer kitap yazmışlardır- masumiyetin imgesi olarak Meryem üzerinden modern yaşamın aşırı biçimde bireyselleştirdiği, parçaladığı ve karmaşıklaştırdığı insana yakılmış bir ağıttır
Meryem’in inci doğumu’nda, Müldür, ‘delinmemiş, bakire incilerin melankoliye iyi geldiği’nden dem vurur. Buradaki melankoli, bugün artık ‘aşina olamadığımız’ melal midir yoksa, psikiyatrların ‘yaşama hastalığı’, Baudelaire’in ‘spleen’ dediği şey midir bilmiyorum. Bildiğim Buhurumeryem’in Müldür’ü, büyük bilge Rabiatü’l-Adeviyye’ye, O’nun bir öğrencisi Basralı Meryem’e çıkardığıdır.
‘Meryem el-Basriyya/Rabiatü’l-Adeviyye’nin hizmetindeydi/Tanrı aşkı ilimlerini
Duyar duymaz bayılırdı
Bir zikr seansında/Aşktan ölüverdi
Tanrı’nın yağmura benzeyen hizmetçileri vardır
Toprağa düşünce mısır, denize düşünce inci olurlar’
Züleyha Meryem olur mu?
Meryem, kadınlığın hallerinden biri olarak okunabilir. Edebiyat, bize, ilahiyattan farklı olarak böylesi bir alan açar. Esasen kadınlığın hallerini imleyen birkaç figür vardır Kutsal Kitap’ta. Örneğin Belkıs, kadının kamusal yaşamdaki konumunu simgeler. Kadının iktidarla temas kurduğu yerde belirir. Züleyha, dişiliğin, baştan çıkarıcılığın ve çekiciliğin sembolüdür. Meryem ise masumiyeti, bekareti ve adanmışlığı yüceltir. Erkekler, genellikle Züleyha’ya aşık olurlar. Birlikte olunca da ondan bir Meryem yontmak isterler. Meryem belirince, dişilik ve çekicilik yok olur. Erkek, ya gözünü yeni bir Züleyha’ya diker veya o hal, o melalde ilişki sürüp gider. Bu tartışmalı ve yanlışlanabilir spekülasyonu edebiyat alanında kalarak rahatlıkla yapabiliriz. Gerçektekinden farklı olarak Meryem, edebiyatın en çekici imgesidir. Lale Müldür, Buhurumeryem’de, her meleğin zulmünden söz ettikten sonra şöyle sürdürür:
‘Meryem’in ipiyle
bağlı geçen o 13 ay. ‘13 aylı yıl’
ayırdı bizi nedenini bilmediğim
korkunç melekler. Melankolimin 19. haftasıydı
seni tanıdım. Bir şeyler değişiyormuş gibi
oldu birden. Sanki artık kader denen
o kudurmuş atın önünde sürüklenmiyordum.
Sonra korkunç bir dolu yağdı.
Ürkünç rüzgarlar esti. Güneydeki Haç Yıldızı
yerinden kıpırdadı. Melankolimin 19. haftasıydı.’
Müldür, her meleğin bizden öncesini ve sonrasını gördüğünü söyler. Bitecek şeyin neden başladığını sorar. Muhammedi gülün neden ansızın bittiğinden dem vurur. Bu gül, Divan, Tekke ve Halk şiirimizin gülüdür. İbn Farıd, Mela Ciziri, Molla Cami ve Attar’ın bülbülünün aşık olduğu sevgilidir. Bu hayretle şair gözlerini büyük büyük açar, meleğin üflediği o cam parçacıklarının rüzgarına. Oysa sevgili gelmeyecektir.
Meryem seçilmiştir, arın(dırıl)mış ve dünyadaki bütün kadınlara üstün kılınmıştır. Geleneksel bilgelikte, Meryem makamı diye bir yetkinlik düzeyinden söz edilir.
Behçet Necatigil’in Buhurumeryem’i de, yakın bir duyarlığın içinden konuşur.
“Ne peygamber-, ne de çan çiçekleri/Ne de buhurumeryem;
Hep korku çiçekleri/Oldu saksımızı süsleyen.”
Zeliha Güneş’ten öğrendiğimize göre, “Buhurumeryem”, Divan şiirinde, örneğin Baki’de kullanılmış olan bir motiftir; ‘bir koku, bir güzellik’ anlamındadır. Necatigil, burada, bu güzelliğin olmadığını belirtiyor. İlk dizedeki çizgi de olmayan bir şeyin, birinin yerine konmuş, “Peygamber”, “çan çiçekleri” ve “buhurumeryem”i bir arada kullanılmış görünce, o, çizginin büyük bir olasılıkla “İsa” imgesi vermek amacıyla konduğunu çıkarıyoruz. Böylece ilk dizeyi tamamlayabiliyoruz: “Ne peygamber/İsa, ne de çan çiçekleri”
Kamran Şipal’ın hakkı yendi
Selim İleri’ye katılıyorum, Buhurumeryem, Kamuran Şipal’in eşsiz güzellikte bir öykü kitabıdır: “Cem Yayınevi’nin bembeyaz kapaklı kitabı. Buhûrumeryem’in çok etkili hikâyelerini o günlerde Behçet hocayla, Memet Fuat’la, Doğan Hızlan’la konuştuğumu dün gibi hatırlıyorum. Her edebiyat verimine mesafeli yaklaşan Memet Fuat eleştirel bir söylemi tercih etmişti. Bununla birlikte Şipal’in öykücülüğünde bir dönüm noktası kabul ediyordu Buhûrumeryem’i. Doğan Hızlan ise dorukta bir hikâye kitabı...”
Buhûrumeryem’in hakkı yenmiş bir yapıt olduğunu düşünürüm. Buhûrumeryem sekiz hikâyedir. Aslında, ‘Diyoptri Yirmi’ aradan çekilirse, geriye kalan yedi hikâye birbirinin doğurganı ve birbirinin bütünleyicisidir. Dini ve din dışı eski metinlere göndermelerle bu yedi hikâye insanın öncesiz sonrasız yalnızlığını, bireysel ve toplumsal yalnızlığı, giderek cinsel yalnızlığını vurgulayıp durur.’
Kutsal Kitap’ta, ‘berrak çeşmeler’ ve ‘akarsular’ olarak nitelenen Meryem ile İsa, Tanrı’nın rahmeti olarak düşünülür. Meryem’in İsa ile birlikte yaşamı, su, ağaç ve rahmet pınarı olarak ve kendisine göksel sofranın indirildiği seçilmişler biçiminde gerçekleşir.
Yıllar önce Afa mı yayımlamıştı hatırlayamıyorum, öğrencilik günlerimde, yani seksenlerin ilk yarısında Artun Ünsal’ın Kamil ile Meryem’ini okumuştum. Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı... Binlerce yılın yorgunu Anadolu’da daha nice beraberlikler yaşandı. Ama Kamil ile Meryem’in beraberliği kuşaktan kuşağa geçen bir destan konusu olamayacak kadar gerçek ve olağan. Özellikle 1940’lardan bu yana köylerinden, çift-çubuklarından koparak gelip, büyük kentlerin pırıltısına bir pervane gibi takılan milyonlarca Anadolulumuz var(dı). Onlardan yalnızca ikisi Kamil ile Meryem. Bu baskıda, öykü kahramanları Kamil ile Meryem’in 10 yıl sonraki -yani bugünkü- durumlarına ilişkin notlar da yer alıyor(du).
Ve Meryem’in Biricik Hayatı. Sibel K. Türker’in yaşamın özündeki sessiz belirsizliğin dile geldiği güzelim romanı. Her şeyin o ‘felaketler gecesi’nde belirdiği anlatı... Dünya tatsızlığının bir çözeltide kristalleştiği...
Buhurumeryem’in eşsiz şairine dönelim, Lale Müldür’e:
‘bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz.’