Bediüzzaman, lumpen proleter bir babanın çocuğuydu. ‘…neseben ve hayatça avam tabakasındanım’ diyor ve ekliyordu, ‘meşreben ve fikren müsavat-ı huhuk mesleğini kabul edenlerdenim. Şefkatten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adale ile burjuva denilen tabaka-yı havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım,. Onun için bütün kuvvetimle, adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tegallübün, tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim…’z (Lemalar, 165) Liman işçilerinin grevini engelleyen papazlara bakarak, ‘din afyondur’ diyen Marks’ın kavramlarını ödünç alan Said Nursi gibi Che de zulüm ve baskının aleyhindeydi ve burjuvanın poleteryayı boğmasına karşı durdu. Bu yüzden o da terk etti kenti ve dağa çıktı. Said Nursi, kendisine zulmedenlerin zihniyetini dışlamış ve kalbini dağa çıkarmıştı. Sekiz sürgün yılını geçirdiği Barla’da insanlığın mutluluğu için nefsiyle savaştı. Soylu bir kavgaydı onunkisi. Che gibi tıpkı. O da salonun değil sokağın sesiydi. 1928’de Rosario’da başlayan kavga, 1967’de Bolivya’da ezilen halkların gür ve onurlu sesi olarak sustu. Türkiye’de sosyalist bir ahlakın üretilemediğini söyleyen murat Belge ve Ömer Laçiner’e (Birikim, 100.sayı) şapka çıkarıyor ve İslâmi bir ahlaka ilişkin olarak da kuşkuya sahip olduğumuzu söylemek istiyorum. Artık Said Nursi de, Che de yok. Onların canlarını aldıkları İslami ve sosyalist ahlak ne düzeyde var? Doğrusu bunu sormanın zamanı geldi de geçiyor. Ahlak üretilemeyince düşünce ve eylem de ortaya konamamış demektir. Küba direnişinin ahlaki zeminini Che oluşturmuştu. Türkiye’de İslam adına ne varsa yerle bir edildiği bir zamanda Said Nursi de, öncelikle ahlaki bir zeminin oluşması içni çıkmıştı yola. Koyulduğu yolda soylu ve onurlu adımlarla sürekli ilerledi. Ne eylemleriyle vicdanı çelişi, ne de manipülasyonla iş görmeyi adet edinmişlerin oyununa geldi. 1959’da muzaffer birliklerin başında Havana’ya grerken Che neler hissediyorsa, ‘bu sarık bu başla birlikte çıkar’ diye haykıran Said Nursi de aynını hissediyordu. Sanayi bakanlığını ve Küba Milli Bankası yöneticiliği terk ederek ezilen üçüncü dünya halklarının direniş hareketlerine katılan Che nasıl bir yerde duruyorsa, kendisine Şark Umumi Vaizliğini öneren Mustafa Kemal’i reddeden Said nursi de öyle bir yerde duruyordu. Gönüllü milis albayı olarak çarpışırken Ruslara esir düşen Said Nursi, tutsakları ziyarete gelen Rus komutan Nikola Nikolayeviç’i umursamaz, ayağa kalkmaz ve tehditlerine beş para vermezken nasıl gözükara, haysiyetli ve cesur ise, Bolivyalı gerillalarla, askeri birlikler arasındaki çarpışmada yaralı olarak tutsak düşen ve ölüme yürüyen Che de o ölçüde cesaretli ve onurluydu. Bugün bize ölü zamanlarmış gibi görünen bu gerçeklikler, olayın neresinde durduğumuzu test etme imkanı sunabilir.