DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Sadık Yalsızuçanlar
Sadık Yalsızuçanlar
Giriş Tarihi : 05-06-2010 18:21

Ben Kerbela’yım

sen beni hazırlama sakın sen de bana gel

ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel

 

elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku

suya gel kana gel bir yeni hasana gel

 

o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden

sen istersen her gün gel her sene gel

 

gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç

günler karardığında davran hep sana gel

 

ne yap yap hazırla kendini anladın mı

ne yap yap mesela ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel

 

hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır

ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel

 

hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür

ölen ve dirilen o bitmez insana gel

 

turgut uyar

 

 

 

 

 

 

 

Ben Kerbela’yım, ben Ali’nin gözyaşıyım, etiyim, kanıyım, canıyım.

Peygamber’in katında kim Ali’den daha değerli olabilir ki!

Ben Ali’nin hüznüyüm, ben Hüseyin’im.

Şehitlerin efendisi Hamza’yım ben. Savaş alanına gönderilen Ali’nin kılıcıyım, zülfikarım ben. Hangi söz benden daha keskin olabilir ki!

Ben Zeynep’in gönül sırrıyım. Sakine’nin ruhuyum.

Ben Cebrail’in kanadıyım, Muhammed’in yetimiyim.

Beni O yetiştirmişti, kendisi de yetimdi, yetimlerin sığınağıydı. Ben onun eviyim, onun soyu, onun kanıyım, Kerbelayım ben.

Kılıç, mızrak ve gürz seslerinin, kan renginin, at kişnemelerinin, çöle vuran çığlıkların ortasına Hamza’yı göndermişti ilkin. Sonra Haris’i salmıştı.

 

Hüseyin ne kadar çok seslenmişti, ne denli çabalamış, ne kadar güzel yaşamış, ne ıstıraplı ölmüştü.

‘Kanını bizim yolumuzda akıtmaya hazır olanlar’ gelsin diyordu, ‘O’nun yüzünü görmek isteyenler bizimle göç etsin. Ülkeler almak, ganimetler toplamak isteyenler geri dönsün, bizim kervanımız, candan geçenlerin kervanıdır.

Ben Hüseyin’im, canımı Medine’de bırakmış olsaydım kim engel olabilirdi ki!

Canlarımı Kerbela’ya getirmemiş olsaydım, sadece ben içseydim şehitlik şarabını bu kadar acıtır mıydım gönlünüzü? Yolda yok oldum ben, O’na ulaşan yolda bıraktım bedenimi. O’na can borcum vardı ödedim. Bedeviler gördüm çölde, bana katıldılar, beni dinlediler, onlara, ‘başaracağımızı ve bir makam elde edeceğimizi düşünenler varsa, onlara tümüyle yanıldıklarını söylemek isterim’ dedim.

Bazıları geri döndü.  Arındık, elendik, seçildik böylece.

Son seçilme Aşura gecesi gerçekleşti.

Saf olalım istiyordum, çürük bir parçamız olmasın, bozgunculuk yapacak kimse kalmasın istiyordum. Bu yüzden onlara ölümden söz ettim.

Gecenin karanlığına sığınıp birileri kaçtı, arındık, saflaştık, bozgunculuğu içimizden kovduk. Ordumda Sa’d’dan sonra en korkusuz ve onurlu kişi Hürr idi. Bin savaşçının komutasını korkusuzca üstlendi, harlı ateşte fokurdayıp durdu kalbi.

Bana karşıdan geldi Hürr, düşmanın içinden, cennetle cehennemin arasından, ateşle suyun ortasından geldi.

 

Ben Kerbelayım, serden geçenlerin otağıyım, cesaret ve erdemin çadırıyım, bana gelin.

 

Çok inanmışın yolunu kesmiş, kılıcına çok mazlum kanı bulaşmış biriydi Hürr.

Düşman safından çekilip bana gelirken önce Eba Abdullah’la karşılaştı. Harem çadırının önünde bekliyordu. Ona selam vererek, ‘ben günahkarım, yüzü karayım, yolunuzu kesen o suçlu kimseyim…’ diyerek af diledi, ‘Allahım bu günahkar kulunu bağışla, senin dostlarının gönüllerini incittim, onları korkuttum…’

Çocuklarım Hürr’ü, kendilerinin önünü keserken görmüş, ürkmüşlerdi. Bağışlanmak için yalvarıyordu. Tövbe ediyor, dönüyordu. Bana, dönüşünün kabul edilip edilmediğini sordu. ‘Neden olmasın’ dedim, ‘dönen, hiç işlememiş gibidir.’

Dünyalar onun oldu, sevindi, gönlü şenlendi.

‘Artık’ dedi, ‘kanımı sizinle, sizin yolunuzda akıtmam için bana izin verin. Bana fırsat verin, kılıcım size kastedenlerin kanını döksün.’

Eba Abdullah, ‘ey Hürr’ diye seslendi, ‘sen bizim konuğumuzsun, in atından, otur, seni kabul edelim’ Hürr inmedi, savaşmak için sabırsızlanıyordu, izin istedi, sürdü atını savaşın içine, bir daha dönmedi. O’nu düşününce babamın sözü aklıma geliyor, ‘İslamın, insanlar arasında, tersinden giyilen bir giysiye dönüşeceğini seziyorum.’

Bir kezinde Muaviye’ye şöyle bir mektup yazmıştım: ‘Seninle savaşmamam, görevimi hakkıyla yerine getirememe gibi bir kusurla karşı karşıya kalma kaygısındandır.’

Herkes sanıyordu ki korkuyorum, zalimlerle savaşmanın gerekli olmadığına inanıyorum.

Oysa Mekke’yi terk ederken bıraktığım yazılı notta şöyle demiştim : ‘Bozgunculuk, azgınlık ve zulüm yapmak içen Medine’den ayrılmamıştım ben. Dedemin ümmetini düzeltmek, babamın yolunu diriltmek için kıyam ediyorum.’

Müslim’in şehit olduğunu öğrendiğimde, ‘acaba’ dedim, ‘adaletin yerle bir edildiğini görmüyor musunuz? Acaba bütün bu bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada karşı direnmiyor, görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, inanmışların canını hiçe sayması gerekmiyor mu?

 

Ben İmam Hüseyinim, ödevim de budur, bu yüzden kıyam ediyorum.

Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Böylesi bir anda ölmeyi şehitlik olarak görüyorum.

Zalimlerle ve zorbalarla birlikte yaşamaktansa ölmeyi seçiyorum.

Benim taşıdığım ruh, bozguncularla uyuşmaz.’

Bin kişilik bir süvari birliğinin gözetiminde beni Kufe’ye götürürlerken, onlara şöyle dedim : ‘Allah’ın ilkelerini değiştirmeye kalkışan, inanmışların ortak malını bir kişinin tasarrufuna veren, sınırları çiğneyip tersyüz eden, Müslümanların kanını değersiz gören zalim bir sultanın yaptıklarını görür de sessiz sedasız kalırsanız, yarın onun yerine siz ateşe atılırsınız. Bugün saltanat sürenler böyledirler. İlahi sınırları hiçe sayıp çiğniyorlar.

Müslümanların beytü’l-malını yağmalıyorlar. O halde sessiz kalmayın, onlar gibi olmayın. Dedemin ilkelerini uygulamak öncelikle bana düşer.’

Hürr’le ilk karşılaştığımda, bana Eba Abdullah’ı Kufe’ye götürmek istiyordu.

Bana Medine ve Kufe yolunu kapattılar.

Kerbela’dan başka bir yol bırakmadılar.

Muharremin ikinci günü dostlarımla buraya geldim.

Çadırlarımızı kurduk. Karşımızda sayısı her gün biraz daha artan binlerce kişilik, düzenli ve eğitimli bir ordu bulunuyordu. Muharremin altıncı günü otuzbine ulaştılar.

Ziyad’ın oğlu, Sad’ın oğlunu komutan olarak atamak istiyordu.

Sa’d bizi sevmezdi ama, babamın zamanında uzlet ve inzivayı seçmiş, sessiz ve yansız olmayı tercih etmişti. Fakat oğlu, olacakları kestiriyor, böylesi bir vebali yüklenmek istemiyordu. İbn Ziyad’la görüşerek, görevden bağışlanması istedi.

Rey’in, Tahran’ın, Gürgan ve Gilan’ın valiliğinin onda olduğunu ve bu konudaki güçsüzlüğünü bilen İbn Ziyad, ‘öyleyse’ dedi, ‘valiliği bırak ve dilediğin yere git.’

İbn Sa’d yakalanmıştı, ‘biraz düşünmeme izin verin’ dedi, yakınlarına danıştı, onların düşüncesini sordu.

‘Peygamberin torunlarının kanını mı dökmek istiyorsun? Sakın böyle bir zulme bulaşma, ortak olma’ diye uyardılar.

Ama dünya hırsı ve mal-makam sevgisi üstün geldi, gözünü hırs bürüdü.

İbn Ziyad’a gelerek, göreve hazır olduğunu söyledi.

Yine de Hüseyin’in kanı dökülmeden bu işi çözelim, sakın ona dokunmayalım, diye düşünmekten kendini alamadı. Ubeydullah’ın meclisinde  bir grup insan oturmuş, kaygıyla olacakları bekliyordu.

Herkesi bir kan korkusu sarmıştı.

Yüreği ateşteki tencereden daha kızgın olanların öfkesi üstün geldi.

Şimr bunlardan biriydi, söz aldı, ayağa kalkıp şöyle dedi: ‘Ey emir, o, kuşkusuz yanılıyor, Hüseyin artık senin avucundadır, şayet bu kargaşadan kurtulursa, seni asla yaşatmaz ve iş daha da zorlaşır. Görmüyor musun onun ne kadar çok yandaşı, babasının ne kadar çok bağlısı ve izleyeni var var, ne kadar çok seviliyor, yarın buraya akın edecek ve dünyayı başına yıkacaklar.’ Ubeydullah’ın içinde uyuyan nefret ateşi harlandı, dalgınlıktan sıyrılır gibi toparlandı, kendine geldi ve, ‘haklısın’ dedi Şimr’e. Sa’d’ın oğluna hiddetlenerek, ‘bu adam neredeyse aklımızı karıştırıp bizi yanıltacak ve gafilce avlanmamıza neden olacaktı.’

Zaman yitirmeksizin bir mektup yazdı ona, ‘seni oraya, bize öğüt veresin diye göndermedik, sen bir görevlisin, ne söyleniyorsa uyacak, ne emrediliyorsa yapacaksın. Sana neyi buyuruyorsam, sorgulamaksızın uygula, eğer buna uymayacaksan derhal görevini bırak ve kenara çekil.’ Mektubu Şimr’e verdi ve, ‘şayet Hüseyin’le savaşmayacak olursa, hemen başını bedeninden ayır, kellesini de bana gönder. Orduya sen komuta et.’

Şimr, Tasua gününün ikindi vakti Kerbela’ya ulaştı.

Hüseyin için en sıkıntılı gündü bu gün, kuşatma altındaydı.

Şimr, Sa’d’ın oğlu Ömer’e mektubu verdi.

‘Ben, Peygamberin torunuyla savaşmayacağım, onun kanını dökmeyeceğim’ diyeceğini sanıyordu, böylece boynunu vuracak ve yerine geçecekti.

Umduğu gibi olmadı.

Ömer, Şimr’e öfkelenerek, ‘benim’ dedi, ‘bu kini yatıştırmak için yazdığım mektubun İbn Ziyad’ı etkilemesini sen önledin! Gözünü kan bürümüş!’

Şimr, ‘boşver bunları’ dedi, ‘sen savaşıyor musun yoksa çekiliyor musun?’

Ömer, ‘savaşacağım’ diye konuştu, ‘ve bu öyle bir savaş olacak ki, başlar ve eller havada uçuşacak!’

Şimr, kendisine düşecek görevi sordu.

Ömer, piyade birliğinin komutanı olacağını söyledi.

Ubeydullah, mektubunda şöyle diyordu : ‘Hüseyin ya şartsız teslimi veya ölümü kabulllenecek’ Tasua akşamıydı.

Hüseyin, çadırında, başını ellerinin arasına almıştı, düşünceliydi. İki eliyle yanaklarımı kavramıştı. Uykusu kaçmıştı.

Ömer, buyruğu okudu, kararını verdi ve bağırdı, ‘kalkın! Atlarınıza binin! Sizi cennetle müjdeliyorum.’

Otuzbin kişilik ordu, Hüseyin’in çadırını çevreledi, taşkın bir sel gibi akmaya, kaynamaya başladı. Atların ve insanların çığlıkları karıştı, çölde yankılandı. Zeynep, çadırda, hasta olan Zeynelabidin’in başındaydı. Hemen dışarı fırladı. Düşman birlikleri çemberi daraltıyordu. Hüseyin’in çadırına koştu, ‘kalk kardeşim kalk’ dedi, ‘olanları görmüyor musun? Bak neler oluyor?’

Hüseyin, ‘sakin ol’ dedi, ‘şimdi dedemle konuşuyorum. Bana, Hüseyinim diyor, yakında bana geleceksin, cennete birlikte olacağız, ayrılık sona eriyor.’

Zeynep çadırın perdesini araladı, gözü dönmüş düşmanın çığlıklarını dinledi, gökyüzüne baktı. Yıldızlar kayıyor, yanıp sönüyor, kızıl bir gökkuşağı beliriyordu. Hiçbir şey, Aşura gecesi kadar Zeynep’e zor gelmemişti.

Çadırına döndü. Silahların hazırlanması gerekiyordu.

Ebuzer’in azatlısı Cevn yan çadırda silah hazırlığı yapıyordu.

Hüseyin, ‘bu gece çadırlarınızı birbirine yaklaştırın’ demişti.

Zeynelabidin’in hasta yattığı, Zeynep’in başında iyileşmesini beklediği o gece, yan çadırda Hüseyin, Cevn’in yardımıyla kılıcını biliyor ve şöyle diyordu : ‘Ey zaman! Ne kadar alçaksın! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O’nun buyruğuna baş eğmişiz. Bizim için ne istiyorsa onu diliyoruz.’

Zeynep hıçkırıklarını içine gömüyor, Zeynelabidin’le birlikte soluğunu tutmuş Hüseyin’i dinliyordu. Zeynep kendini tutamadı, yeğeniyle birlikte hıçkırıklarını bıraktı, ‘nolurdu böyle bir günü görmeseydim! Allahım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim!’ diye yakararak Hüseyin’in çadırına gitti. Başını göğsüne yasladı.

Hüseyin, ‘güzel kardeşim’ diyordu, ‘sakin ol, sabırlı ol, şeytan şefkat ve merhametini senden gidermesin. Dedem Allah’ın habercisiydi, senden benden üstündü, babam, annem ve kardeşim benden öndeydi, değerliydi. Bak hepsi ahiret yurduna göçtü. Ben de onların yanına gidiyorum, gerçek yurduma kavuşuyorum. Sakin ol, benden sonra bana inanmış olanların sorumluluğunu al, çocuklarını koru.’

Zeynep, ‘canım kardeşim’ dedi, ‘doğru söylüyorsun, bizden öncekiler gitti. Dedem, babam, kardeşlerim dünyadan ayrıldı. Varlığıyla yüreğime huzur veren birkaç kişi vardı. Eğer seni de yitirirsem, bundan böyle, bu dünyanın ağırlığına nasıl dayanırım?’

Hüseyin, hemen Abbas’ı çağırdı.

‘Yanına birkaç kişi al, gidip bir yokla bakalım, bizimle ne zaman savaşmak istiyorlar. Akşam düşünüyorlarsa, savaşçılar gece çarpışmazlar. Bak bakalım bir haber var mı?’

Abbas gitti ve onlara, ‘kardeşim ne zaman çarpışacağımızı öğrenmek istiyor’ dedi.

Ömer, ‘ona söyle’ dedi, ‘ya teslim olacak veya ölecek’

Abbas döndü, sözünü iletti.

Hüseyin, ‘teslim olmayacağız’ dedi, ‘kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. Şimdi git, çarpışmayı yarına kadar ertelemelerini söyle, unutma ve onlara da hatırlat, bu, Hüseyin’in bir gece daha yaşamayı ganimet bilmesi demek değildir. Bu geceyi, Rabbime niyaz ve yakarışta bulunmak için geçirmek istiyorum.’

Abbas haberi ulaştırdı. Hüseyin’in dileğini kabullenme konusunda ayrılığa düştüler. Bir kısmı, ‘hayır’ diyordu, ‘’hemen cezasını görmeli, madem bize karşı çıktı, kıyam etti, hemen çarpışmalı.’ Bazıları ise, ‘biz, kafirlerle bile savaşırken böylesi bir dilekte bulunduklarında kabul ediyorduk, peygamberin çocuklarına bunu nasıl vermeyiz?’

Ömer, ‘git söyle ona dedi, ‘sabaha dek rahat olabilir.’

Hüseyin geceyi kulluk ve niyazla geçirdi.

Gün ışırken dostlarına şöyle seslendi: ‘Sizler benim göz aydınlığımsınız. Hepinizden memnunum ve size teşekkür borçluyum. Hiçbir kaygı ve korku yok içimde. Fakat şunu iyi bilin, onların derdi benim, sadece beni istiyorlar. Eğer bana uyduysanız, hepinize izin veriyorum, özgürsünüz. Gitmek isteyen gidebilir. En küçük bir gönül kırıklığı duymam, kendisi de rahat olsun. Gidin ve ev halkımdan birini de alıp yanınızda götürün.’ Konuştukça, yoldaşları birbirine kenetleniyordu. Herkes, ‘sen neler söylüyorsun Hüseyin! Binlerce canımız olsa tümünü sana feda eriz. Senin yolunun kurbanıyız biz.’

Ağlıyordu, ‘o halde’ diye seslendi, ‘iyi bilin ki, bugün hepimiz O’nun yolunda canlarımızı vereceğiz. Aramızdan tek kişi bile sağ kalmayacak.’ Herkes, ‘şükürler olsun’ diyordu, ‘böylesi bir bağışla bizi onurlandırdı.’ Kalabalığın dışında, kenarda, bir yerde Hasan’ın oğlu Kasım oturuyordu. Dayanamayıp atıldı, ‘amca’ dedi, ‘yarın ben de şehit olacak mıyım?’

Hüseyin’in canı yanıyordu, yüreğine inen hüzün sesine yansıdı, sarsılarak ağlamaya başladı, ‘evet sevgili yeğenim’ dedi, ‘sen de bizimle geleceksin, ama, şiddetli bir acıyla olacak bu.’

Kerbela günün ilk ışıklarıyla yıkanırken çarpışma başladı.

Kasım önüç yaşındaydı. Hasan’ın yadigarıydı.

Boyuna uygun bir kılıç bulunamamıştı. Silahsız, sadece cesaretiyle sürmüştü atını.

Başına aldığı bir kılıç darbesiyle attan düştü. Yuvarlandıktan sonra, kanlar  ve acılar içinde, ‘amca yardım et, amca beni bul, bana yetiş’ diye inledi.

Ömer’in askerlerinden gözü dönmüş onlarca kişi, boynunu vurmak için çevresinde toplanmıştı ki, Hüseyin’in avına doğru hareketlenen bir aslan gibi atını üzerlerine sürdüğünü gördüler. Tilkiler gibi kaçışmaya başladılar. Kasım’ın başını gövdesinden ayırmak için ilk yeltenen kişi, kendi atının ayakları altında parçalandı. Çevreyi öylesine bir toz duman kaplamıştı ki göz gözü görmüyordu. Kargaşa dindikten sonra, Hüseyin, başını dizine aldığı Kasım’a, ‘güzel yavrum benim, bak yanındayım, seni duyuyorum, acını hissediyorum ama kaderin nasıl bir cilvesi ki, senin için bir şey yapamıyorum’ diyerek ağlıyordu.

Kasım, başını Hüseyin’in göğsüne iyice gömüyor, acıyla kıvranıyor, ayaklarını yere vuruyordu. Daha fazla dayanamadı ve çırpınarak ruhunu teslim etti.

Hüseyin, cansız bedenini kucaklayarak çadırlara doğru yürüdü.

 

Ben Kerbelayım, Kasım’ın kanıyım. Hasan’ın canıyım ben, doğranmış bedeniyim. Ben perişanım, garibim, dünyada garip bir yolcuyum. Uğrunda gelecek olan her şeye razıyım.

Kan yüzüme gözüme bulaştı, artık ne Zeynep var gözümde ne sakine. Tek endişem, sana inananların kalkış günündeki acısıdır. Onlar kıyamet günü utanmasın, veremeyecek hesabı olmasın istiyorum. Canlar meclisinde bu sözü verdim. Başımı Kerbela çölünün kumlarına gömsünler korkmuyorum.

Ben Kerbelayım, şehitler otağıyım. İbrahim’in kurbanı benim, Musa’yı yakan ateşim ben, İsa’nın çilesiyim.

 

Hüseyin, kana bulanmış bedenine baktı, onlarca hançer yarası, kılıç gölgesi gördü. Sonra bir serinlik yayıldı başına.

Baktı, bir bulut gördü.

‘Böylesi bir anda, güneşin yakıcı sıcağını örten de kim?’ 

‘Seni’ diye seslendi bulut, ‘doğumunda babana müjdeleyen, kundağını annenle birlikte saran benim, ben bulut değil Cebrail’im, söyle ne yapayım senin için, canımı iste vereyim.’

‘Niçin geldin’ diye seslendi Hüseyin, ‘gölge etmene razı değilim, kanatlarını çek, gökten beni seyreden dedeme engel oluyorsun. Görüyorsun dostlarım çölün ateşinde yandılar, güneşin altında günlerdir kavruluyorlar, reva mıdır onlar yanarken ben serinleneyim, kanatlarının gölgesinde dinleneyim. Bırak beni, git onların üzerine aç kanatlarını. Durma, Necef’e ulaştır haberimi, oğlun ölüyor ey Ali yetiş de, son bir kez basmak için onu bağrına koş acele et…Gelsin, alsın başımı göğsüne, sarsın sarmalasın beni, Kufeliler de görsün, benim Ali gibi bir babam var.’

Cebrail kanatlarını yaydı çöl ateşinde yatan bütün şehitlerin üzerine.

Bir yağmur gibi, herkesin üzerine eşit yağdı.

Hüseyin seslendi, ‘durma git annemi getir bana, beni bu ateş değil, annemin özlemi dağlıyor.’ Cebrail eğildi, kanatlarını Hüseyin’in kanına sürdü.

Hüseyin’in kalbinden bir çığlık yükseldi.

Cebrail göklere doğru havalandı, gözden yitti.

Düşmanın gözü doymuyordu. Malik çıkageldi bu kez. Kanla yıkanmış başına kılıcını bir kez daha indirdi. Başı parçalandı, dağıldı. Yetmedi, Ebulhuluk atıldı, yayını gerdi, oku yaralı başına fırlattı. Hasin çıktı öne, dişlerini kırdı Hüseyin’in. Ebu Eyyub ardındaki onlarca kana susamışla sökün etti. Yaralı bedenine kimisi ok attı kimisi mızrak sapladı, kimisi taşladı…Ebu Eyyub hırsını alamayıp bir oku eliyle sapladı gırtlağına.

Onlar vurdukça Hüseyin şükrediyordu. Kanla yıkanan ellerini kaldırıp sabrediyordu.

Ansızın bir ses duyuldu, yerle göğün arasından bir ses geldi.

Yer ve gökler titredi, Cebraildi bu, Hüseyin’e usulca yaklaştı. Kanatlarıyla yaralarını sıvazladı, selamların en güzeliyle selamladı, müjdelerin en büyüğünü verdi.

‘Çekilin, kenara çekilin, peygamberlerin sonuncusu geliyor, Hüseyin’in ziyaretine dedesi geliyor.’

Hüseyin’in mutluluğuna diyecek yoktu. Bedenindeki yaralar bir anda iyileşti, kan durdu, acılar dindi, susuzluğu bitti.

Cebrail, müjdeliyordu, ‘çekilin, kenara çekilin, Allahın aslanı geliyor, ötelerin sultanı oğluyla özlem gidermeye geliyor. Ciğerleri zehirle parçalanmış olan Hasan geliyor, geceleri uykusunu feda eden annesi geliyor, gözlerini bağlamak, çekip yanına almak için kadınların en hayırlısı geliyor.’

Hüseyin gözlerini açınca Peygamberi gördü.

Başını dizlerine almıştı, dedesini gördü. Acılarını unuttu, candan geçti, yüreğinde güller patlamaya başladı, kızıl bir gülşene dönüştü.

Düşmana çevirdi bakışlarını, soluğu yetesiye bağırdı,

‘Zeynebin kan ağlama vakti geldi, öldürün beni! Can üzre bırakmayın beni acele edin, bu zalim dünyadan kurtarın, öldürün beni. Güneşin ateşi yorgun canımı kavurdu. Daha fazla incitmeyin artık öldürün beni! Dünya sizin olsun, beni asıl yurduma gönderin. Ömrümün mevsimi kışa döndü, öldürün beni!’

Gözü dönmüş bir başkası atıldı bu kez, hançeri kalbine sapladı.

 

Ben Kerbelayım, beni bir ağıt tuttu.

Hüseyin görünmüyor, nurdan halelere sarılmış.

Hüseyin’i Cebrailler örtüyor, gözlerden gizlendi.

Ben Hüseyin’in yüreğiyim, sadece o görünüyor.

 

Katiller korkuyla geri çekildiler.

Başında Ali’yi gördüler.

Ali göründü, Ali onlara da göründü.

Kanat çırpan melekler göründü, Cebrail göründü.

 

Ben Hüseyinin kandan ve nurdan görünmeyen bedeniyim, yapayalnızım.

Ondan başka ilah yoktur, çölden göklere yükseliyor sesim.

Peygamberin sakalına kan bulaştı, Hüseyin’in kanıyla yıkandı.

Zalimleri kan tuttu, çöl kan denizine döndü.

Hüseyin’in ağıdıyla yeri göğü doldurdu Fatma.

Sakine çadırlarda kan ağladı, Zeynep bulutlara karıştı.

Kıyamet aşura günü için yas tuttu. Peygamberler ağladı, dünyanın çarkı çevrildi.

Necef şahı başına vurup ağladı, figanı dünyayı yuttu.

Peygamber imamesini alıp başını açtı.

Gök ve yer titremeye başladı, Cebrail kanatlarını çekti.

Diller tutuldu, gözler süzüldü, eller kırıldı, kollar düştü.

Hüseyinin yaralı sinesi cellat çizmesiyle ezildi.

 

Nasıl kıydın ceylana kansız avcı? 

Sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez.

Sana cennet gerekmez cehennem gerekmez.

Nasıl kıydın Fatmanın masumuna, Alinin canına, Muhammedin gözbebeğine?

Sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez.

Sana söz yetişmez, ateş yetişmez.

Su vermeden hangi kurban kesilmiştir ey mel’un, dili dudağı kavruldu masumun susuz kaldı, bir damla su verin.

Boğazını hangi hançer keser ciğeri ateşle kavrulmuşun?

Ben kerbelayım ey Muhammet.

Gözlerimden yaş değil kan akar, çöl ateşinde zulüm hançeri yedin zalime yakalandım ey Muhammet.

Dağlanan yüreğimin hakkı için, günahsız dökülen kanların hakkı için ey Muhammet, yalvar O’na, güzel isimlerinin hatırı için yakar, kalkış günü yolundan gidenleri bağışlasın.

Son sözü, tanıklık oldu Hüseyin’in.

Gökler kara giyindi, yer sarsıldı ey Hüseyin.

Saba rüzgarı esti, Cebrail tacını alıp ağladı ey Hüseyin.

Kandiller söndü, kerbela kanla yıkandı, ey Hüseyin.

Sakine zalimlerin pençesine düştü, dostlarının evi talan edildi ey Hüseyin. 

Kerbela garibini susuz öldürdüler, Allahın gökleri yıkıldı ey Hüseyin.

 

Sadık Yalsızuçanlar

Sadık Yalsızuçanlar

DİĞER YAZILARI Günün Işıma Sancısı Hayat Ve Film Derin Sularda Boğulmayan Hikaye Dağı Delen Irmak Akmaya Devam Ediyor Sabır Ve Öfke Mustafa Tatcı Derin Sularda Boğulmayan Hikaye Aşk Dini Kemalizmin Çoğullukla İmtihanı : Dersim 38 ‘Can tende emanettir’ Sabrın Öfkesi 'Her melek zalimdir' ‘Can tende emanettir’ Galata’dan Avatar Said Nursi, Che ve Edith Piaf-Bütün Ölü Zamanlar- Harfler Ve Sırlar Hacı Bektaş-ı Veli Taş, Tarih ve Bilinç : Ankara Kalesi’nde Bir Bilge Onlar bizim cennetimiz... İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde Ne Nurdan Ne Çamurdan… O’nun Gözü, ‘Büyük Sanatkarlık’taydı… Ailenin Ruhu “Sen ordasın... Acının Arkeolojisi Bir İç-Duyum Hali : Hayret Hacı Bektaş-ı Veli Ve Alevilik İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde Uzun’u Hatırlarken Nefsini Bilen Rabbini Bilir kaybettiğimiz neyse rabbim verdiğin şiirler geri getirsin bize Sol’un Ergenekon’la İmtihanı Bir Aydın Namusu : Cemil Meriç Çelikhan’da Birkaç Gün Bir Karşı Tarih Yazımı : ‘Son Devrin Din Mazlumları’ Demokratik Açılım’ın Said Nursi Boyutu ‘Biz’ derken neyi kastediyoruz? Hayat Mayat Diyorlar Sezai Karakoç ve İrfani Gelenek ‘Dağlarda ateşler yandıkça / Karanlıktan korkulmaz’ Vicdan ve Adalet Sorunu Olarak Ermeni Meselesi “Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben” Bir Hakikat Fatihi: İbn Arabi Şam’dan Darende’ye Erdemli Kentler Yüzyılın Başında Duran Büyük Bilge : Bediüzzaman Adalet ve Zulüm ‘Anadolu Mayası’ ‘Çelikhan Diye Bir Yer’
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
Sitemizi nasıl buldunuz?
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA