İslam sanatlarına ilişkin araştırmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Nusret Çam’dan nefis bir kitap geldi : Aşk Dini. Ötüken Neşriyat’ça okura sunulan bu oylumlu, dolu dolu kitap, bize, büyük Yunus’un, ‘işitin ey yarenler/aşk bir güneşe benzer/aşkı olmayan gönül/misal-i taşa benzer’ nefesinde duyurduğu hikmeti yeniden hatırlatıyor. İslam’ın modern zamanlarda daha çok toplumsal ve siyasal kalıplarla algılandığı göz önüne alınırsa, böylesi bir yaklaşımla serdedilen düşüncelerin değeri biraz daha belirginleşecektir.
Nusret Çam’ın, bizim son derece zengin olan duygu tarihimizi modern dönemde kapsamlı, titiz, nitelikli bir inceleme ile önümüze getirmesini çok önemsiyorum. Bu yüzden Aşk Dini’ni heyecanla okudum ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Aşk Dini, bana öncelikle, ‘güzellik-iyilik-gerçeklik’ formülasyonunu bir kez daha hatırlattı. Bunu indirgemeci bulan modernlerin aksine, bendeniz güzelliğin lüks bir kategori değil, bizatihi bir fordm olduğu, çirkinliğin ise bir form olmadığı kanısındayım. Bunu temellendirmek için Nusret Çam, ‘din ile aşkı karşıt gören’ zihniyete karşı bir bayrak açmış görünüyor.
Kitap dediğim gibi oldukça zengin bir ‘malzeme’den sesleniyor. Öncelikle aşka ilişkin Doğudan ve Batıdan, farklı dünyalardan seslenen pek çok düşünür, bilge, aziz ve arifin düşüncelerini bir araya getiriyor. Din ile hikmetin, hikmet sevgisi olan felsefenin kesiştiği yerlerde dolaşıyor. Aşk’ın tanımlara sığmaz doğasını, farklı tanımların içinden yaptığı eleştirel okumalarla ortaya koymaya çalışıyor.
İbn Arabi’nin Tercümanu’l-Eşfak’a yani kendi şiir kitabına bir şerh yazmış olmasındaki o tuhaf durum da gösteriyor ki, bu sorun esasen modernlere özgü değil. Bizim geleneksel irfanımız, edebiyatımız ve tefekkürümüz, aşk ve hikmete dayalıdır. Aşk’ın merkezde olduğu ve buna bağlı çeşitli sembolizm alanlarının bulunduğu bir geleneğin mirasçılarıyız. Aşk, yüz, meyhane, harf sembolizminin içinden geçmişiz ve pek çok ‘sultan’, ‘emir’ ve ‘hükümdarın’ aşk şiirleri söylediği/yazdığı bu muazzam gelenekle bugünlerde aramızda adeta uçurumlar mevcut. Bu uçurumları aşmanın, gelenekle yeniden bağ kurmanın bir yolu, o zengin birikime ilişkin yapılacak bu tarz çalışmalardır. Nusret Çam bu açıdan oldukça kıymetli, işlevsel bir çalışma gerçekleştiriyor. Özellikle dinin daha çok zahiriyle, fıkhi boyutlarıyla kavranılmağa/algılanmağa çalışıldığı da göz önüne alınacak olursa, Aşk Dini’nin önemi biraz daha anlaşılacaktır. Çam, bu sorunu şöyle dile getiriyor : ‘Aşk ve güzellik, daima fıkıh ve kelamın hazzedemediği konular olmuştur. Kur’an ve hâdis tefsileri de bundan nasibini almış, bunlardaki sevgi ve güzellikle ilgili anlamlar yok farz edilmiştir. Kulun, Yaratanını aşk derecesinde sevmesine izin verilmişse de Yaratanının kuluna aynı aşkla nazar etmesine izin verilmemiş, çünkü bu durum beşerîliğe mahsus hafiflik olarak mütalaa edilmiştir. Kısacası, tefekkür sınırlanmış, giyim kuşam gibi standart hale getirilmeye çalışılmış, incelikler ve ara tonlar unutulmuştur. Böylece hikmetin yerini şekil, sevginin yerini korku, iç denetimin yerini dış denetim, üretmenin yerini tekrar, yaratmanın yerini taklit, bilginin yerini hurafeler ve üstat saplantıları almıştır. İslâm için hayatî öneme sahip kavramlardan olan sevgi ve güzellik, yani aşk ve estetik, hiçbir şekilde, derinlemesine incelenmiş değildir. Bu nedenle aşk ve estetik Müslümanların hep yitik hazineleri olarak kalmıştır. Bu kitap, işte bu eksikliği bir nebze gidermek emeliyle okuyucuya sunulmuştur.’
Bir kutsi hadiste şöyle buyurulur : ‘Beni arayan Beni bulur. Beni bulan Beni tanır. Beni tanıyan Beni sever. Beni seven Bana aşık olur. Ben Bana aşık olana aşık olurum. Ben aşık olduğumu öldürürüm. Bu ölümün diyeti bana farz olur. Bunun diyeti ise bizzat Benim…’ Gerek İbn Arabi gibi irfan sahiplerinin gerekse Hz. Mevlana gibi aşk kutbunda ikamet edenlerin bu rivayetteki ilkeden hareket ettikleri görülüyor. Sanatı, bütün alanları, dilleri ve nitelikleriyle besleyen bu zemine ilişkin ne kadar çok yazılsa, söylense azdır. Nusret Çam’ın kitabının ayrıntılı olması da bundandır.
‘Peygamberlerin Aşkları’ bölümü bu bakımdan çok önemli. Aşkta insanın bizatihi benliğini tasadduk etmesini biz o İlahi Habercilerin yaşamlarında görebiliyoruz.
Çam, bundan hareketle, ‘aşk, putları kırmaktır’ diyor. Bu da sorunun can damarını oluşturuyor. Aşk(ınlaşma)nın sırrı…Kitapta hem bir duygudurumu olarak aşkın dinle, ilahi öğretiyle ilişkilerini bulabiliyoruz hem de aşk ile aşk yaşantısı arasındaki farkı görebiliyoruz. Bu anlamda Aşk Dini’ni herkesin okumasını salık veririm. Özellikle felsefi sorunlarla ilgilenlerin, şairlerin, öykü ve romancılarımızın, sosyolog ve psikologların, psikiyatristlerin Aşk dini’ni dönüp dönüp okumalarında yarar var. Aşk-Güzellik İlişkisi bölümü, özellikle edebiyatçıları ilgilendiriyor. Aşkın, güzellik-çirkinlik bağlamında tartışıldığı bölümlerin abartılı bir ilgiyle okunması şart.
Çam’ın kitabının birincil ve ikincil dini kaynaklardan devşirilmiş ilkeler ışığında telif edildiği görülüyor. Bu, bizim bu anlamda oldukça çorak olan ilahiyat geleneğimiz ve o alandaki düşünsel darlığımızın da aşılmasına yardımcı olacaktır. Etik-estetik özdeşliğini ilan eden Kierkagaard’a dudak büken modern, postmodern edebiyatçıların kulakları çınlasın! Onlar güzelliği lüks bir kategori, çirkinliği ise asli bir form olarak görmeyi sürdürsünler. Bu, olsa olsa, edebiyatın çoraklaşmasına ve lanetli bir benbinliğe çakılmasına yol açacaktır. Çirkinliğin, güzelliğin tahakkukuna hizmet ettiğini fark etmeksizin, gelenekteki gibi cihanşümul eserler ortaya koymak mümkün olmayacaktır. Sözün çürümesinin bir nedeni de budur.
Kitaptan çıkardığım bir başka sonuç şudur : Bir derecelendirme yapılacak olursa, muhabbet, aşk ve şevkten söz edebiliriz. Ve muhabbet, benzetme yapacak olursak, kuşun uçmasıdır. Aşk, kanadı kırılırcasına uçmasıdır. Şevk ise, kanadı kırıldıktan sonra da uçmaya devam etmesidir. Kanadı kırılan kuş bilir ki, varmak istediği menzile kendi kanatlarıyla ulaşması imkansızdır. Ve şevk, bu anlamda aşktan üstün bir yetkinlik düzeyidir. Sanatı besleyen en dinamik şey, şevktir.
Aşk Dini, varoluşu, aşkla anlamlandırma girişimi aynı zamanda. Varlık-varolan ilişkisinin ateşi aşktır. Aşk, sürekli kavuşma arzusuyla yanmaktır, diyor şair. Parçanın bütüne kavuşma isteği. Aşk yakıyor ve ateşiyle yeni bir varlık vücuda getiriyor. Bu dönüşüm gerçekleşmeden evrensel eserler beliremiyor.
Aşk Dini’ni bir kez okumak yetmiyor. Gerçekten de dönüp dönüp okumak gerekiyor. Bir başucu kitabı olarak Aşk dini’ni, Ülken’in Aşk Ahlakı’ndan sonra bu vadide yazılmış en değerli kitap olarak selamlıyorum. Şu düşüncelere katılmamak mümkün mü :'Sanat'la 'İslâm' kelimeleri bir arada kullanıldığında, kendisini dindar olarak kabul etmeyen kesim, İslâmı, sanata tahammül edemeyecek kadar 'geri' görmekte, kendisini dindar olarak kabul eden kesim ise, sanatın İslâmla bağdaşmayacak kadar 'kötü' ve 'lüzumsuz' olduğunu düşünmektedir.
Bugün yalnız Türkiye'nin değil, bütün İslâm dünyasının hemen hemen her yerinde büyük bir 'estetik aşınma' ve 'tarihi tahrip' hâdisesinin yaşandığı acı bir gerçektir. Çirkin binalar, estetikten mahrum avlusuz câmiler, bina ile orantısız minareler tarihten ve sanattan kopmuşluğumuzun canlı birer ifadesidir. Halbuki bir din en iyi ifadesini sanatla bulur; kendisini en iyi sanatla ifşâ eder. İslâmı sanat ve estetikten soyutlamanın ne dînî bir dayanağı vardır, ne de bundan sanat ve dinin bir kazancı bulunabilir.
Önümüzdeki yüzyılda bilgisayarların ve robotların insanın günlük hayatına daha çok girmesiyle, insanoğlu zamanını nasıl değerlendireceğinin hesabını yapmaya çalışacak ve psikolojik bir buhrana sürüklenecektir. Bu durumda insanların önüne çıkacak başlıca faaliyetler din, eğlence, spor, gezi ve sanat olacaktır. Eğer müslümanlar yakın geçmişte olduğu gibi o günlere karşı hazırlıksız yakalanırsa İslâm dünyasının problemleri daha da şiddetlenebilir.’