Üftade dergahından ‘sırrı ilan eden’ bu öyküler, Saliha Malhun’un canını nasıl vermekte olduğunun tanığı.
O’nun imzasını taşıyan öyküleri okumaya başladığımda, bir sırrın içinden konuşmakta olduğunu heyecanla hissetmiştim. Bizim modern zamanlarda, bilgelik geleneğimizle ilişkilerimiz örselendi. Edebiyatımız, Yunus tarzı aşıkane edebiyat vadisinde, o büyük bilgeden bu yana binlerce şaire tanık olmuştu. O muazzam geleneğin sırrına ve o sırrı taşıyan dile aşinalığımızı yitirdik.
Nihayet o gürbüz gelenekle yeniden bağ kurabilen insanlar birer birer çıkıyor.
Saliha Malhun onlardan biri.
Bir inci gibi beliriyor ve bize Yeşil dergahtan sesleniyor.
Bunu yaparken yaşamın bizatihi içinden de konuşuyor. Gündelik olandan da söz ediyor. Güncel alıntılar ve göndermelerle yüklü bir dili, bir meseleyi önümüze getiriyor.
Yunus Emre’nin deyişiyle bir güneşe benzeyen aşk’ın sesi bu. Aşksız gönülün içinde ot dahi bitirmeyen bir katılıkta olduğunu gösteriyor.
Asıl yaşam, dışa kapanan dergahtadır. İçe dönmedikçe dış insana açılmıyor. Malhun’un öyküleri, bize bunu da gösteriyor.
İç, dışın sırrı, dış, için sırrının açığa çıkmasıdır.
Bu açıklamanın dili yalın, samimi ve sahicidir.
Dışın kir ve pasıyla gizlenen için yeniden belirmesi bu.
Bunu bize ancak, içi dergahta ışımış dervişler anlatabilir.
Bunun için edebiyatın dışsal formlarına titizlenmek yetmez.
Bu, edebiyatı, dili, dilin imkanlarını da yeniden keşfetmemizi sağlayacaktır.
Asıl yaşam içtedir, dergahtadır.
Saliha Malhun, çileyi tatmış bir dünyadan yazdıkça neyin iniltisine benzer bir ses çıkarıyor.
Melali anlayan bir nesle aşina, bize ancak saf Anadolu türkülerinin aktardığı yüce hüzne sahip.
Bu hüzün insanı mutlaka söyletir.
Değil mi ki, dert ağlatır aşk söyletir; Malhun’un da kalemi, dert ile ağlıyor, aşk ile söylüyor.
Edebiyatımızın, özellikle öykü ve roman alanında yeniden bu melalin taşıyıcısı olması, Malhun gibi gönüllerin kaleminin bereketlenmesiyle mümkün olacaktır.
Gönül deniz, dil kıyıdır, derler. Gönülde ne varsa kıyıya o vururmuş.
Kalemin, yeniden gönlün kıyısı olmasıyla, edebiyatımız da yeni bir neşve kazanacak, dergah öyküleri çoğalacak, yeryüzü büyük bir dergaha dönüşecektir.
Büyük bilgenin buyruğunu hatırlayalım : ‘Bizi sevenler, denizde boğulmasın…’
O denizde boğulmaksızın, ebedi bir ölümle ölerek kendinden yok olmak, O’nda ebediyen diri kılınmak için kalem yazmak zorundadır.
Önümüzde yedi derya var.
Benliğin yedi makamı, varoluşun yedi katı, varlığın yedi düzeyi…
Yedi kalem olup Malhun gibi inlemenin vaktidir…
‘Uçmak’a kanat bitirmenin zamanıdır.
Saliha Malhun’a, bilgelik ve edebiyat dünyasına, dil denizine, dört kapıya, kırk makama, çileye, sabra, şükre, melale ve onu anlamayan neslin verdiği hüzne, her dem yeni doğmaya, ölüp ölüp dirilmeye, bütün bu muazzam sırrın hikayesine, o hikayeden bir katreye hoş geldin diyorum.
Bu çileli yolculuğun bereketlenerek sürmesi niyazıyla…