‘Can tende emanettir’

Sadık Yalsızuçanlar

24-05-2010 18:52

‘Ey Yar olmak istemedin bir lahza aşina bana

Hastalığım bilip derdimi eylemedin şifa bana

 

Yolunda bezl-i can etmek bir id-i ekberdir

Korkarım olasın bir yar-ı bi-vefa bana

 

Lütfuna bir lahza bu gönlümün ümidi yok                 

Cevrini lütfedip eyle ata bana

 

Duan mümkün değil ermek gedalara

Kereminle ihsanı kıl bir beddua bana

 

Mecnun gibi giriftar-ı derd-i aşkım ey Leyla

Dua kıl ki ermeye nagehan bir deva bana

 

Canım tenimde senin emanetindir al

Ta ki başkalarından ermeye bir kaza bana

 

Hulusi’yi hançer-i gamzenle şehid kıl şeha

Ruz-ı mahşerde desinler şehid-i Kerbela bana’

 

 

Esseyyid Osman Hulusi Efendi’nin Divan’ının birinci cildinin girişinde yer alan bu gazelde dinin batıni boyutunun ilkelerinden birkaçını buluruz.

Bir kutsi hadiste, Cenab-ı Hakk, şöyle buyurmuştur :

‘Beni isteyen Beni arar, Beni arayan Beni bulur, Beni bulan Beni sever, Beni seven Bana aşık olur. Ben, Bana aşık olanı öldürürüm. Onun diyetini ödemek Benim üzerime farz olur. Benim öldürdüğümün diyeti ise bizzat Benim’

Buradan anlıyoruz ki, Tek Sevgili, Allah’tır.

Samed ayinesi olan kalp, Allah’ın evidir. Allah’ın iki beyti vardır : Biri Kabe, diğeri insanın gönlü. Allah’ın evine girmesi için, oranın mamur hale getirilmesi, temizlenmesi gerekir. Gönül, ancak ibadetle arınır. İnsanın negatif kutbuna karşı teyakkuz halinde durması, ancak Allah’ı anmasıyla mümkündür. Zikirlerin en güzeli Allah’ı anmak, O’nun güzel ve sonsuz isimlerini söylemektir. İnsan, sevgilisini sürekli anmak, hep onunla olmak ister. En büyük ve Gerçek Sevgili olan Allah’a yakınlaşmanın tek yolu, O’nu zikretmek, O’nun adıyla başlamak, O’na hamdle bitirmektir.

Bir başka kutsi hadiste Allah’ın (cc) şöyle buyurduğu rivayet edilir : ‘Yere göğe sığmadım, inanan kulumun kalbine sığdım’

Allah, mekandan münezzehtir. Zaman, O’nu kaydı altına alamaz.

Allah’a mekan olarak Kabe’nin ve kalbin izafe edilmesi mecazidir kuşkusuz. Allah’ın mekanı yoktur, tüm mekanların Yaratıcısı O’dur.

Çağımızın maneviyat erlerinden Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi, Divan adlı eserinin bir yerinde şöyle der :

‘Ana Mecnun denir ki ezber etmiş

Dilinde her nefes evrad-ı Leyla’

Yani Mecnun o kimseye denir ki, her soluk alıp verişinde Leyla’yı anar; adeta O’nu diline vird edinir.

Bu, insanın sevgilisi’ni sürekli anması, anmak istemesidir.

Hulusi Efendi şöyle sürdürür :

‘Gözü yarin cemalini manzar etmiş

Şuhudu şahidi irşadı Leyla’

Aşığın gözü, Sevgili’nin güzelliğinden başka bir şey görmüyor. Gördüğü de görünen de gören de ve manen dirilten de Leyla’dır, Sevgili’den başkası değildir.

Aşık, nereye baksa Sevgilisi’yi görür, O’nun suretinden ve hayalinden başka bir şey girmez gönlüne. Gözleri sadece Cemalullah’ı müşahade eder. Bu görüş, ancak ibadet ve zikirle, insanın kendi benliğinden vazgeçmesiyle, Allah’n Külli İrade’ine bağlanmasıyla gerçekleşir.  Bediüzzaman şöyle der : ‘Allah’a hakiki kul olana her şey hizmetkardır. İman insanı insan eder belki de insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden kimse, kainata meydan okuyabilir.’

Bu gücü nereden alır talip? Kuşkusuz Allah’a olan inancının verdiği güvenden. O’na dayanınca, O’nun havli, senin gücün olur. O’nun kuvveti, senin eline geçer. Sen O’na bağlanır ve köle olursan, alemde sultan olursun. Sezai Karakoç, bir yazısında bunu şöyle ifade eder : ‘Allah’a teslim olan, eşyayı teslim alır.’

Girişte andığım gazelde Hulusi Efendi, manevi yolun ileri düzeylerinden birinden seslenmektedir. Naz ve niyaz makamından. Bu, irfan ehlinin seyrinde oldukça ileri bir konumdur. Allah’a abd olma bilinciyle ibadete devam eden, sürekli O’nu zikreden, O’nun huzuruna erişen, O’nun her an bizi gördüğüne, işittiğine ve gönlümüzdeki gizli olanı da bildiğine görür gibi inanan salik, bir düzeyden sonra tatlı bir ‘sitem’ edasıyla Rahmeti arşı kuşatmış olan Rahman ve Rahim’e, tıpkı aşığın sevgilisine veya sevgilinin aşığa naz edişi gibi niyaza başlar ve buna da naz ya da niyaz makamı denir.

İşte bu gazel, bu manevi düzeyden başlar :

‘Ey Sevgili, bir an beni tanıdık görmedin

Hastalığımı bilip derdime derman vermedin’

Gerçi bunu aşık istemektedir. Fuzuli şöyle der :

‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip’

Ey doktor, ben aşk derdiyle keyifli bir durumdayım, sakın bana ilaç verme, beni iyileştirmeye kalkma.

Aşk çilesini en büyük armağan bilen Osman Hulusi Efendi de, bu düzeyi geçmiş, naz’a kavuşmuştur :

‘Senin yolunda can vermek en büyük bayramdır

Bana vefasız bir Yar olmandan korkuyorum.’

Burada aşık, Sevgili’nin en büyük sıfatlarından birinden ahdine bağlı olmasından habersizmiş gibi konuşmaktadır. Yar’in vefasızlığından korkması, mümin için havf u reca’dan (umutla korku arasında) ileri gelmektedir. İnsan hem Allah’tan sonsuzca korkmalı hem de O’ndan sonsuzca umutlanmalıdır. İşte bu korku ve umut sarkacında, bu medcezirle gelip geçen yaşamda, aşığın en büyük korkusu, Sevgili’sinin verdiği sözde durmamasıdır. Gerçekte şair, O’nun vaadinden dönmeyeceğini bilir. Burada bir söz oyunuyla, bunu da ima etmekte ve havf’ını, korkusunu dile getirmektedir. Nitekim sonraki beyitte bunu sürdürür :

‘Lütfuna bir lahza gönlümün ümidi yok

Cevrini lütfedip eyle ata bana’

Bana bağışta bulunacağına ilişkin umudum azdır, bari cefanı, eziyetini armağan olarak sun, bari ondan yoksun kalmayayım.’

Burada Hulusi Efendi, bize, tevazu dersi vermekle kalmaz, Allah’tan korkmanın, umut etmekten daha baskın olması gerektiğini de işaret eder. Bu, insanın kendi eylemlerine güvenmemesi gerektiğini de içermektedir. İnsan kendi ameline güvenerek yarın kalkış günündeki İlahi sorgudan mutsuz ve eliboş dönebilir.

Hulusi Efendi, şöyle devam eder :

‘Duan mümkün değil ermek gedalara

Kereminle ihsanı kıl bir beddua bana’

Bizim gibi ‘dilenci’lere, kölelere dua etmen imkansız, bari Kerem sıfatınla bir bağışta bulun da beddua et bana’

Yaratıcı’nın kuluna dua etmesi, ilk anda tuhaf bir düşünce olarak görünebilir. Fakat, namaz başta olmak üzere, bir çok ibadeti Yüce Allah, Kendisiyle kulu arasında ortak bir ibadet olarak takdir buyurmuştur. Bunun ilk akla geleni, namazda okunan Fatiha’dır. Fatiha’nın yarası Allah’a yarısı kula özgüdür. Allah, onu kulu ile Kendisi arasında bölmüştür. Kul, ‘Alemlerin Rabbine hamdolsun’ der, Allah, ‘Kulum bana hamdetti’ buyurur. Kul, ‘Errahmanirrahim’der, Allah, ‘Kulum Beni tebcil etti’ der. Kul, ‘Malikiyevmüddin’ der, Allah, ‘Kulum beni yüceltti’ buyurur. Kul, ‘İyyake na’budu ve iyyake nestain’ der, Allah, ‘Kulum sadece Ben’den umdu ve Ben’den istedi’ der. Bu böylece sürüp gider. İşte, bir hadisinde, namazı, ‘gözaydınlığı’ olarak niteleyen Efendimiz (sav), bu ortak ibadetin, insanı müşahadeye, Allah’ı görür gibi kulluk etmeye, ihsan’a götürmesi gerektiğini, gözün ancak O’nun Nur’uyla görebileceğini belirtir. Bu hikmete binaen, namazda Fatiha vacip kılınmıştır, o okunmaksızın namaz olmaz. Yaratıcı’nın insana dua etmesi veya bedduada bulunması, bu bakımdan yadırganacak bir şey değildir. Hulusi Efendi buna da atıfta bulunarak, bir anlamda, ‘O’ndan gelsin de beddua olsun, yeter ki O’ndan gelsin’ demektedir.

‘Mecnun gibi giriftar-ı derd-i aşkın ey Leyla

Dua kıl ki ermeye nagehan bir deva bana’

Bu dizelerde hem telmih vardır (Leyla ile Mecnun’a), hem de Fuzuli gibi, dermandan kaçış. Çünkü irfan ehli, Allah’a olan iştiyakın sürmesini ister. İştiyak ise uzak olmakla sürer. Sevgili’ye kavuşma, O’na ulaşma düşüncesinden daha az tutkuludur. O’nun ateşiyle yanmak ister Aşık.

Ey Sevgili, ey Leyla! Senin aşk derdine tutulmuşum. Bana dua et ki, derdime ansın bir derman erişmesin’

Bu, artık İlahi aşkın en üst düzeyleridir. Allah’ın iştiyakıyla inleyen gönül, bu iniltisinin dinmemesini istemektedir. Sevgili’ye kavuşma özlemi Aşığı ateşlerde yakmaktadır. Yandıkça arınan ve Yaratıcı’ya temiz bir ruhla, tertemiz bir gönülle gidecek olan irfan yolcusu, bu ateşin sürmesini istemektedir.

Hulusi Efendi, bu beyitten sonra gazeli şu beyitle taçlandırır :

‘Canım, bedenimde, Sen’in emanetin olarak duruyor, al onu.

Al onu ki, bana başkalarından bir kaza erişmesin.’

Bu, kulun, ten kafesindeki İlahi konuk olan can’ı yani emaneti koruma isteğidir.

Emanetini alana değin, insan ruhunu korumakla yükümlüdür.

Onu koruma dileğiyle, bir an önce Yaratıcı’nın katına gitmesini ister Aşık.

Hulusi Efendi, gazelin son beytinde şöyle der :

‘Hulusi’yi gamze hançerinle şehit et

Diriliş gününde ona Kerbela şehidi desinler.’

Burada Hulusi Efendi, bir başka atıfta bulunur, Kerbela şehitlerini, Allah Resulü’nün temiz soyundan gelen onurlu ve erdemli torunlarını anar.

Beni, gamze kılıcınla öldür de şehit kıl der. Gamze için geleneksel şiirimizde ‘ok’ yakıştırması da yapılır. Gerçi ok daha çok kirpikler için, yay ise kaş için kullanılır ama, gamze için de kimi zaman ok denmiştir. Hulusi Efendi, gamzeyi kılca benzeterek teşbih(benzetme) sanatı da yapmaktadır.

Başa dönersek, Yüce Allah’ın kutsi hadiste buyurduğu üzere, Kendisi’ne aşık olanı öldürür ve diyetini de öder, bu ise bizzat Kendisi’dir. Allah’ın Zatına müştak olan büyük ruhlar bu sırra mazhardırlar. Bizde cehennem korkusu veya cennet sevgisi baskındır ama irfan ehli, Yunus gibi, ‘bana Seni gerek Seni’ diyerek, O’nun Cemal’ini ve rızasını ister.

Hulusi Efendi bu gazelinde, Allah’ın hoşnutluğundan başka bir şeye razı olmadığını, O’ndan gelen herşeyin güzel olduğunu belirtir. Tıpkı şu şiirinde olduğu gibi ;

 

‘Maksat o yardır yarın unutma

Gayri zünnardır yarın unutma

 

Zikr eylesen de şükr eylesen de

Fikr eylesen de yarın unutma

 

Hayrın kusurun hüznün sürurun

Olsun huzurun yarın unutma

 

Sırrına mahrem yarın bilip hem

Yad eyle her dem yarın unutma

 

Yarın kemendi zülf-i semendi

Boynunda bendi yarın unutma

 

Fasık desinler facir desinler

Sen sadık olup yarın unutma

 

Hulusi her bar yadın olup yar

Kur gizli Pazar yarın unutma’

 

DİĞER YAZILARI Günün Işıma Sancısı 01-01-1970 03:00 Hayat Ve Film 01-01-1970 03:00 Derin Sularda Boğulmayan Hikaye 01-01-1970 03:00 Dağı Delen Irmak Akmaya Devam Ediyor 01-01-1970 03:00 Sabır Ve Öfke 01-01-1970 03:00 Mustafa Tatcı 01-01-1970 03:00 Derin Sularda Boğulmayan Hikaye 01-01-1970 03:00 Aşk Dini 01-01-1970 03:00 Kemalizmin Çoğullukla İmtihanı : Dersim 38 01-01-1970 03:00 ‘Can tende emanettir’ 01-01-1970 03:00 Sabrın Öfkesi 01-01-1970 03:00 'Her melek zalimdir' 01-01-1970 03:00 Ben Kerbela’yım 01-01-1970 03:00 Galata’dan 01-01-1970 03:00 Avatar 01-01-1970 03:00 Said Nursi, Che ve Edith Piaf-Bütün Ölü Zamanlar- 01-01-1970 03:00 Harfler Ve Sırlar 01-01-1970 03:00 Hacı Bektaş-ı Veli 01-01-1970 03:00 Taş, Tarih ve Bilinç : Ankara Kalesi’nde Bir Bilge 01-01-1970 03:00 Onlar bizim cennetimiz... 01-01-1970 03:00 İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde 01-01-1970 03:00 Ne Nurdan Ne Çamurdan… 01-01-1970 03:00 O’nun Gözü, ‘Büyük Sanatkarlık’taydı… 01-01-1970 03:00 Ailenin Ruhu 01-01-1970 03:00 “Sen ordasın... 01-01-1970 03:00 Acının Arkeolojisi 01-01-1970 03:00 Bir İç-Duyum Hali : Hayret 01-01-1970 03:00 Hacı Bektaş-ı Veli Ve Alevilik 01-01-1970 03:00 İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde 01-01-1970 03:00 Uzun’u Hatırlarken 01-01-1970 03:00 Nefsini Bilen Rabbini Bilir 01-01-1970 03:00 kaybettiğimiz neyse rabbim verdiğin şiirler geri getirsin bize 01-01-1970 03:00 Sol’un Ergenekon’la İmtihanı 01-01-1970 03:00 Bir Aydın Namusu : Cemil Meriç 01-01-1970 03:00 Çelikhan’da Birkaç Gün 01-01-1970 03:00 Bir Karşı Tarih Yazımı : ‘Son Devrin Din Mazlumları’ 01-01-1970 03:00 Demokratik Açılım’ın Said Nursi Boyutu 01-01-1970 03:00 ‘Biz’ derken neyi kastediyoruz? 01-01-1970 03:00 Hayat Mayat Diyorlar 01-01-1970 03:00 Sezai Karakoç ve İrfani Gelenek 01-01-1970 03:00 ‘Dağlarda ateşler yandıkça / Karanlıktan korkulmaz’ 01-01-1970 03:00 Vicdan ve Adalet Sorunu Olarak Ermeni Meselesi 01-01-1970 03:00 “Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben” 01-01-1970 03:00 Bir Hakikat Fatihi: İbn Arabi 01-01-1970 03:00 Şam’dan Darende’ye Erdemli Kentler 01-01-1970 03:00 Yüzyılın Başında Duran Büyük Bilge : Bediüzzaman 01-01-1970 03:00 Adalet ve Zulüm 01-01-1970 03:00 ‘Anadolu Mayası’ 01-01-1970 03:00 ‘Çelikhan Diye Bir Yer’ 01-01-1970 03:00