Adalet ve Zulüm

Sadık Yalsızuçanlar

17-07-2009 00:00

Zulüm kelimesinin sözlük anlamı, 'bir şeyi yerli yerine koymamak'tır. Tersinden okuduğumuzda buna adalet denir ki, anlamı, 'bir şeyi yerli yerine koymak' olur. Bu anlamda adalet, her şeyin yerli yerinde olmasıdır.
Adaletin İlahi kökeni Allah'ın el-Adl ismidir.
Adl, 'eğilim göstermek, meyletmek' anlamındadır. İsim yerine kullanılan bir mastar olduğu söylenir. Konevi, 'Adl'i yorumlarken, 'söz konusu isim, adaletinden korkulan ve ihsanından umut kesilmeyen kimseye verilmiştir. Buna göre onun fiillerindeki adaleti, sözlerinin doğruluğunun delilidir' der.
Adl, udul etmektir ve mümin inanmaya, kafir ise inkara meyletmiştir. Var olan herşey meyleder. Varlık, bu sırdandır ki, 'adl' ile doğmuştur. 'Rablerini inkar edenler dönerler' haberindeki udul bu hakikatten sapmayı ifade eder.
İster nura ister zulmete dönen (udul eden) herşey Allah'ın muradı ve kudretiyle döner.
Küfr örtmek anlamındadır ve kafirler dönerek, kendi sınırlılıklarıyla Mutlaklık yönünü örtmüş olurlar. Oysa varlıkta egemen olan mutlak adalettir. Varlık Allah'a döner sürekli ve bunun aksi imkansızdır. Konevi şöyle der: 'Meyil, varlık mertebelerinde imkan aleminin her bir ayn'ı hakkında istikametin ta kendisidir. Gerçi meseleye bakan kimse bunun böyle olmadığı vehminde bulunabilir; o, ağaçların dallarının eğrilip bükülmesini ve içiçe girmelerini görür. Halbuki bütün bunlar, tabiatın akışı hükmüyle maddelerinin mecralarına meyletmişlerdir. Aynı şey oluş (kevn) ağacının dalları için de geçerlidir. Bunların cüz'ilik mertebelerine meyletmeleri, hallerinin farklılığı, nihai varış yerlerine yönelmeleri ve kemallerini ortaya çıkarmaları el-Fatır'ın hikmetinin ve onları icad edenin (el-Mucid) tasarrufunun hükmüyle gerçekleşir. 'Hiçbir canlı yoktur ki Rabbim onun perçeminden tutmuş olmasın. Kuşkusuz ki benim Rabbim sırat-ı müstakim üzerinde bulunur.'
Orta yol adalettir. 'Allah dilediğini yapar' ilkesi, İlahi İrade kavramını temellendirir. Allah'ın dileği mutlak hayırdır ve adildir. Adalet hayr ilkesiyle gerçekleşir. Allah bir şeyi murad eder ve olur; O'nun muradı adaletin gerçekleşmesidir.
Çirkinlik ya da kötülük olarak nitelenen olgular bu sırrın neresindedir?
Schuon, Bediüzzaman gibi kötülüğün iyiliğin bir boyutu olarak gerçekleştiğini belirtir: 'İlahi Mahiyet'in bir vechesi olan sonsuzluk, sınırsız imkanı ve dolayısıyla İzafiyet, Tezahür ve alemi intac eder. Alem demek, İlke'den ayrılık demektir. Ayrılık ise, kötülüğün imkanı-ve zorunluluğu- demektir. Bu açıdan kötülük dediğimiz şey, Sonsuzluk'un ve dolayısıyla İlahi Mahiyet'in dolaylı bir neticesi olduğundan Allah onu yok etmez. Yine bu açıdan-ve sadece bu açıdan- kötülük, kötülük olmaz, çünkü bu haliyle kötülük, İlahi Mahiyet'in yani Tüm-İmkan'ın Sonsuzluk'unun sırlı bir yönünün dolaylı ve uzak bir tezahüründen ibarettir.'
Bediüzzaman'ın magnum opus metinlerinden biri olan Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikat'i 'adalet'i temellendirir.
Bu menzilde Bediüzzaman, Adalet'i, Hikmet, İnayet ve Rahmet'le birlikte mütalaa eder. Bu dört ilkenin kaynağı yine İlahi İsimlerden olan Hakim, Kerin, Adil ve Rahim'dir.
Dünya misafirhanedir, bu sınav meydanı geçicidir, yeryüzü sergisinde yani arzda (arz insanı da simgeler) apaçık bir hikmet, parlak bir inayet, belirtilerini her şeyde gördüğümüz adalet ve herşeyi kuşatan bir merhamet söz konusudur. Bu ilkelerin gerçekleşmesi Celal sıfatıyla mülkü yöneten Allah'ın isimlerinin tecellisiyle olur. O'nun gerek mülkünde gerekse melekutunda sürekli meskenler, bu meskenlerde oturan sonsuz sakinler, onların ikamet ettiği menziller bulunmaktadır ve bütün bu olup bitenler hikmetin, inayetin, merhametin ve adaletin gerçekleşmesini zorunlu kılmaktadır. Allah, insanı bütün yaratılmışlar arasında Kendisine muhatap kılmıştır. Bütün isim ve sıfatlarının kendisinde tecelli ettiği, varlığın özeti ve tüm niteliklerini içeren bir ayna biçiminde yaratmıştır. Kendi Rahmani soluğundan üflemiştir. İnsana Rahmet hazinelerini göstermiş ve İsimleriyle Kendisini bildirmiş, onu sevmiş, sevdirmiştir. Tüm bunlar bir inayet ve rahmetle gerçekleşmekte ve adalet ilkesinin gözetiminde belirmektedir. Arz mana aleminin çekirdeği, ahiretin mezraasıdır. Varoluşun kökeninde Mutlak Adalet hakikati işler. Allah, Adil, Hakim, Kerim ve Rahim'dir, adaletine, hikmetine, inayetine ve merhametine aykırı bir ilkeyi işler kılmaz. O halde mutlak iyilikten iyilik doğar. Mutlak güzellikten güzellik gelir. Mutlak hikmetten abes çıkmaz. Dünya bir menzildir, bir sınavdır, bir sergidir. Temel niteliği ise geçici, uçucu, yitip gidici olmasıdır. Hikmet, inayet, rahmet ve adalet ilkesi, hakikatin devamını zorunlu kılar.
Ahiret hakikati, Allah'ın mutlak Adil olarak tecellisidir. Bediüzzaman şöyle der: 'Madem dünya var. Ve dünya içinde bu asarıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet var. Elbette dünyanın vücudu gibi kat'i olarak, ahiret de var. Madem dünyada herşey bir cihette o aleme bakıyor. Demek oraya gidiliyor. Ahireti inkar etmek, dünya ve mafihayı inkar etmek demektir. Demek ecel ve kabir, insanı beklediği gibi, cennet ve cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.'
Demek ki adalet, Allah'ın sınırlarıdır ve bunu koruma ödevi ve yükümlülüğü insana verilmiştir.
Cennet ve cehennem adalettir ve dünyada insanın asli doğasının sınırlarını koruyarak yaşayıp yaşamaması halinde adalet ilkesinin mutlak anlamda gerçekleşmesiyle ilgilidir. İnsanın nefsine ve ötekine zulmetmesi yasaktır. Adaletin daha çok 'öteki'yle ilişkilere taalluk ettiği sanılır. İnsanın Allah'ın doğada, insanda ve tarihte geçerli kıldığı ilkelere uyumlu yaşaması ahlakidir ve adildir. Adalet insanın maddi ve manevi düzeneği korumasıdır. Bunun için nefsten başlamak üzere içiçe daireler halinde varlığın en geniş alanlarına değin mütecelli ve cari olan İlahi düzenin ayakta tutulması ve ona riayet edilmesi zorunludur.
Adalet, öteki'nin özgürlük ve hukukunun korunmasını da zorunlu kılar. Kastedilen ruhun özgürlüğüdür, nefsin değil.
Mutlak adalet, Allah'ın sınırlarıdır. Hz. Ali(ra) ile muarızları arasındaki kavga buradan doğmuştur. Mutlak adalet ilkesini kamil insan korur. Hz. Ali'nin (ra) manevi izini süren kamil veliler bu uğurda ser vermiş sır vermemişlerdir. Sırrı korumak adalettir.
Adaletin çağrısı nedir? Fazlurrahman'dan dinleyelim: 'Her kişi ve her toplum, devamlı kendi vicdanlarını araştırmalıdır ve kalplere nakşedilmiş 'ana sözleşme' olduğu için hiçbir kimse, 'atalarımızın' kurulmuş düzenleri ve 'irsi hafızaları' tarafından şartlandırılmış olma bahanesine sığınamaz. İşte peygamberlerin asli vazifesi, insanın kalbi üzerindeki fıtri şifreli yazıyı daha açık ve tatminkar bir şekilde çözebilmesi için vicdanını uyandırmaktadır. Onun için Kuran, mükemmel bir mantıkla Allah'ın özellikle peygamberlerden daha güçlü bir söz aldığını söyler : 'Biz peygamberlerden, senden (ey Muhammed), Nuh, İbrahim, Musa ve İsa'dan söz aldığımız zaman, onlardan çok sağlam ve ciddi söz almıştık.' İnsan gerçek tabiatıyla (doğarken) 'donanık' olduğundan ve ayrıca Allah'ın elçileri tarafından bu tabiat güçlendirilip netleştirildiğinden, Kuran'ın da beliğ bir şekilde ifade ettiği gibi, insan adına iyiliği arzu etmeme ve 'yeryüzüne düşüşü' konusunda geçerli bir mazeret bulunamaz. Bu yüzden Kuran'ın çok temel bir özelliği, görünürde başka bir şahıs üzerinde irtikap edilmiş bütün insan davranışlarının, daha derin bir anlamda, gerisin geri hareketi işleyene döndüğünü devamlı tekrar etmesidir. Bütün kötülükler, adaletsizlikler ve birinin başkasına verdiği zararlar, özet olarak insanın ahlaki mahiyetinden olan her türlü kopmalar, aslında kişinin kendisine yaptığı şeylerdir ve bu bir benzetme değildir. Bu aynı zamanda hem kişi hem de toplum için geçerlidir. Onun için, 'kendine adaletsizlik etme' (zulm en-nefs, kendine zulmetme) deyimi, her türlü adaletsizliğin yapana geri dönücü olduğu fikrini açıkça belirten, kuran'ın çok sık kullandığı bir ifadedir. Geçmiş nesillerin ve kişilerin işlediği sapkınlık ve yanlışları anlattıktan sonra Kuran, genellikle der ki : 'Allah onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.' Bu bir anlamda insanın udul etmesi yani meyletmesi ve böylece adalet'i gerçekleştirmesidir. Zira insan zulmeder ve zulüm kendisine dönünce de adalet gerçekleşmiş olur. Abdulkadir Geylani hazretleri, Fütuhu'l-Gayb'da, 'sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı' ayetini anarak şöyle der: 'Hayır ve şer Allah'ın fiiliyledir. İkisinin faili ve mecrası Allah'tır. Hayır ve şer bir ağacın iki dalından çıkan iki meyvedir. Biri tatlı diğeri acıdır. Ağacın acı meyveli dalının uzandığı o yasaklı iklimi terket.'Şeyh, insanın meyline ilişkin bir uyarıda bulunuyor yani adaletin gerçekleşmesi için yönelinmesi gerekeni işaret ediyor. Kendisi bir insan-ı kamil olarak alemde adalet ilkesinin gerçekleşmesiyle yükümlüdür. Bu anlamda Bediüzzaman'ın yaşamı ufukaçıcı, ibret verici ve bir hikmet dersidir. Kendisine otuzsekiz yıl boyunca sistematik biçimde zulmedenlere beddua dahi etmez. Mutlak adalet ilkesine bağlılığı onu bundan alıkoyar. Kamil insan, Allah'ın 'Adil' sıfatıyla muttasıftır. Hukuk denilen normlar alanı bu ilkenin belirlediği zeminden beslenirse insanın fıtratının, ötekinin ve doğanın korunduğu bir düzen çıkar.
DİĞER YAZILARI Günün Işıma Sancısı 01-01-1970 03:00 Hayat Ve Film 01-01-1970 03:00 Derin Sularda Boğulmayan Hikaye 01-01-1970 03:00 Dağı Delen Irmak Akmaya Devam Ediyor 01-01-1970 03:00 Sabır Ve Öfke 01-01-1970 03:00 Mustafa Tatcı 01-01-1970 03:00 Derin Sularda Boğulmayan Hikaye 01-01-1970 03:00 Aşk Dini 01-01-1970 03:00 Kemalizmin Çoğullukla İmtihanı : Dersim 38 01-01-1970 03:00 ‘Can tende emanettir’ 01-01-1970 03:00 Sabrın Öfkesi 01-01-1970 03:00 'Her melek zalimdir' 01-01-1970 03:00 Ben Kerbela’yım 01-01-1970 03:00 ‘Can tende emanettir’ 01-01-1970 03:00 Galata’dan 01-01-1970 03:00 Avatar 01-01-1970 03:00 Said Nursi, Che ve Edith Piaf-Bütün Ölü Zamanlar- 01-01-1970 03:00 Harfler Ve Sırlar 01-01-1970 03:00 Hacı Bektaş-ı Veli 01-01-1970 03:00 Taş, Tarih ve Bilinç : Ankara Kalesi’nde Bir Bilge 01-01-1970 03:00 Onlar bizim cennetimiz... 01-01-1970 03:00 İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde 01-01-1970 03:00 Ne Nurdan Ne Çamurdan… 01-01-1970 03:00 O’nun Gözü, ‘Büyük Sanatkarlık’taydı… 01-01-1970 03:00 Ailenin Ruhu 01-01-1970 03:00 “Sen ordasın... 01-01-1970 03:00 Acının Arkeolojisi 01-01-1970 03:00 Bir İç-Duyum Hali : Hayret 01-01-1970 03:00 Hacı Bektaş-ı Veli Ve Alevilik 01-01-1970 03:00 İnsan Şairane Oturur Yeryüzünde 01-01-1970 03:00 Uzun’u Hatırlarken 01-01-1970 03:00 Nefsini Bilen Rabbini Bilir 01-01-1970 03:00 kaybettiğimiz neyse rabbim verdiğin şiirler geri getirsin bize 01-01-1970 03:00 Sol’un Ergenekon’la İmtihanı 01-01-1970 03:00 Bir Aydın Namusu : Cemil Meriç 01-01-1970 03:00 Çelikhan’da Birkaç Gün 01-01-1970 03:00 Bir Karşı Tarih Yazımı : ‘Son Devrin Din Mazlumları’ 01-01-1970 03:00 Demokratik Açılım’ın Said Nursi Boyutu 01-01-1970 03:00 ‘Biz’ derken neyi kastediyoruz? 01-01-1970 03:00 Hayat Mayat Diyorlar 01-01-1970 03:00 Sezai Karakoç ve İrfani Gelenek 01-01-1970 03:00 ‘Dağlarda ateşler yandıkça / Karanlıktan korkulmaz’ 01-01-1970 03:00 Vicdan ve Adalet Sorunu Olarak Ermeni Meselesi 01-01-1970 03:00 “Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben” 01-01-1970 03:00 Bir Hakikat Fatihi: İbn Arabi 01-01-1970 03:00 Şam’dan Darende’ye Erdemli Kentler 01-01-1970 03:00 Yüzyılın Başında Duran Büyük Bilge : Bediüzzaman 01-01-1970 03:00 ‘Anadolu Mayası’ 01-01-1970 03:00 ‘Çelikhan Diye Bir Yer’ 01-01-1970 03:00