DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Adnan Boynukara
Adnan Boynukara
Giriş Tarihi : 16-02-2021 12:29

Anayasa, Demokratik Devlet ve Kurumsallık

 
 
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “esasen Türkiye’de sorunların kaynağının 1960’tan beri hep darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğu açıktır” ifadesiyle gündeme gelen yeni anayasa tartışmalarında içerikten önce, anayasanın en temel özelliği olan devletin ana karakteri konusunu konuşmak gerekir. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün konuya ilişkin açıklamada vurguladığı, “1921 Anayasası’nın ruhuyla” ifadesi de bu konuya işaret etmektedir. Çünkü bu konu, anayasanın yazımını, sonrasında yapılacak yasal düzenlemeleri ve uygulama süreçlerini etkileyen, hatta biçimlendiren bir meseledir. Bugüne kadar yapılan anayasalara ilişkin, toplumsal kesimlerin dile getirdiği itirazlar dikkate alındığında, bu konu daha net anlaşılır.
 
Dönemsel Ötekileştirme
 
Cumhuriyet deneyimi, farklı gibi görünen siyasal anlayışların, ideolojilerin iktidar olduğu bir süreçtir. Tek parti yönetimi, çok partili demokratik süreç, kalkınmacı yönetim perspektifi, askeri darbe dönemleri, sol, sosyal demokrat, demokratik sol, sağ, muhafazakâr, milliyetçi ve ulusalcı yönetim anlayışları gibi değişik iktidar süreçleri yaşandı. Tüm bu deneyimlere rağmen geri dönüp baktığımızda ekonomik kalkınma alanındaki olumlu gelişmelere karşılık devletin ana karakterinin neden olduğu sorunların devam ettiği görülür. Kimi dönemler sağlanan demokratikleşme çabalarına ve iktidarların olumlu tutumuna rağmen durumun değişmediği açık.
 
Bu anlamda; egemen olan ana tutum, vatandaşlara karşı sergilenen ve dönemsel ötekileştirme olarak tanımlayabileceğimiz uygulamanın süreklilik arz etmesidir. Bunu; iktidarda olan siyasal anlayışın kendi ‘karşıtları’ olarak konumlandırdığı toplumsal kesimleri ötekileştirdiği, devlet mekanizmasının dışına ittiği, takibata maruz bıraktığı, hukukî süreçler aracılığıyla cezalandırıldığı bir yönetim perspektifi olarak somutlaştırabiliriz. Cumhuriyet tarihimiz analiz edilirse, dönemsel ötekileştirmeye dayalı anlayışının, neredeyse, gelenekselleştiği söylenebilir.
 
Adları Farklı, Uygulamaları Aynı
 
Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1921 Anayasası, olabildiğince kuşatıcı ve tüm toplumsal kesimlerin kendilerini eşit vatandaş hissedeceği bir anayasa olarak kabul edilir. Bu; Osmanlının yıkılış sürecinde ortaya çıkan ve giderek derinleşen ayrıştırıcı yapılara karşı, cumhuriyetin ortaya koyduğu birleştirici olma iddiasının yazılı metne dönüşmüş haliydi. Ama bu süreç çok uzun sürmedi. Çünkü Osmanlının modernleşme sürecinde ortaya çıkmış olan iki ana siyasal eksen, muhafazakâr eksen ve Batıcı, ‘modernleşmeci’ eksen cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sistem üzerinde belirleyici ve etkili olmaya başladı.
 
Geçmişteki siyasi yapılar farklı isimlere sahip olsalar da tüm süreçler bu iki ana eksen tarafından biçimlendirildi. Dolayısıyla; partiler, sahip oldukları küçük nüanslara rağmen, bahsettiğimiz ana eksenlerin siyasi temsilcileri olarak varlıklarını muhafaza ettiler. Bu ana eksenlerin/akımların kendilerini sağcı, solcu, sosyalist, ulusalcı, milliyetçi, laik, muhafazakâr şeklinde tanımlamalarına ve aralarında var olduğunu iddia ettikleri farklılıklar üzerinden yürüttükleri ‘mücadeleye’ rağmen sonuçları itibariyle ya birbirleri ile aynıdırlar ya da benzerdirler.
 
Bu iki ana eksenin temel özeliklerinden birisi de toplumsal yapı itibariyle çevrede olan, çevreye itilmiş olan kesimleri politik söylemin ana unsuru olarak kullanmalarıdır. Çevrenin umutları, özlemleri, beklentileri üzerine politik dil geliştirilir, siyaset yapılır ve iktidara gelinir. İktidar sürecinde ise politik söylemin öznesi olan bu kesimler, süreç içinde unutulur. Bu kesimin içinden belli bir kesim ise dönüştürülerek ve uyum sağlamak koşuluyla merkeze taşınır. Ana kitle ise bir başka süreçte kullanılmak üzere terk edilir. Bu döngü iki ana eksen için de geçerli.
 
 
Bahsettiğimiz bu durumun somut göstergesi ise iki ana eksenin iktidar süreçlerinde takındıkları tavır, sergiledikleri yönetim anlayışı ve ortaya çıkmasına neden oldukları sonuçlardır. Mesela; herkesin rahatsız olduğu ve “biz iktidara gelirsek çözeriz” dediği temel sorunlarımız yüzyıla yakın bir süredir devam ediyorsa, toplumun farklı kesimleri dönemsel olarak ötekileştiriliyorsa, dışlanıyorsa ve hukuk aracılığıyla ‘terbiye’ edilmeye çalışılıyorsa iktidarlar arasında farklılıktan bahsetmek mümkün mü? Ötekileştirilen kesimlerin isimlerinin değişmesi bahsettiğimiz gerçeği değiştirir mi?
 
Dönemsel ötekileştirme dediğimiz sürecin ortaya çıkmasında, toplumun da dahlini unutmamak gerekir. Devletin yönetenler eliyle uyguladığı bu sürece karşı ortak bir tutum geliştirilememiş olması önemli bir sorun. Toplumun tüm kesimleri, hep birlikte “bizler, bize yapılanı başkalarına yapmanız için mi iktidar olmanıza destek olduk” sorusunun peşine takılırsa bu döngü bozulabilir. Ancak içine sokulduğumuz öfke sarmalı sağlıklı düşünmemizi sınırlıyor ve döngünün değirmenine su taşımaya devam ediyoruz. Bu nedenle de bahsettiğimiz siyasal eksenler aslında birbirini besliyor ve yeniden üretiyor.
 
Değişen tek şey, siyasi hasım olarak konumlandırdıkları toplumsal kesimlerin isimleri. Yani iki yaklaşımda da istenilen ortak şey, ‘hasım’ diye konumlandırılan kesimlerin kendileri olarak var olmaması. Kuşkusuz bu, açık açık ifade edilmiyor. Ancak uygulamalar bunu ortaya koyuyor.
 
Asıl Olan Devletin Karakteri mi, Kimin Yönettiği mi?
 
Devletlerin ömrü insanların ömründen çok ama çok uzundur. Ülkemizde çokça zaman devletin üzerine oturduğu gelenek esas alınarak, biraz da övünme edasıyla, “binlerce yıllık devlet geleneği” türü vadesini içeren cümleler kurulur. Türkiye Cumhuriyeti 98 yıllık bir devlet olmasına rağmen, siyasi nutuklarda, 2500 yıllık devlet geleneğinden bahsedilir. Bu nedenle olsa gerek, “asıl olan devletin karakteri mi, yoksa kimin yönettiği mi” sorusunu ciddiye alıp tartışmakta yarar var.
 
Bu soruya, “kimin yönettiği daha önemli” cevabını vermek çok zor. Çünkü somut örnekler az. Bununla birlikte; olumlu diye ifade edilebilecek örnekler ya oldukça kısa süreli ya da yönetim süreci içinde dönemsel olarak farklılık gösterebilmektedir. Yönetim süreçlerini etkileyen faktörlerin çokluğu dikkate alındığında, bu süreçleri düz bir çizgi olarak düşünmek veya öyle olmasını beklemek de mümkün değil. Demokratik süreçlerin işlediği ve yönetimin seçimlerle belirlendiği bir ülkede, asıl mühim olan iyi yöneticilerin varlığı değil, devletin demokratik karakteri, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğunun kabul edilmesi, yasaların demokratik geleneğe göre hazırlanmış olması ve bu yasaların uygulandığı bir hukuk devletinin varlığıdır.
Formun Üstü
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
Sitemizi nasıl buldunuz?
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA