Sitemiz yazarı Sadık Yalsızuçanlar ile Demokratik Açılım üzerine yapılan söyleyişi

Demokratik Açılım sürecinin gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Röportaj - 31-07-2010 16:30

Sitemiz yazarı Sadık Yalsızuçanlar ile Demokratik Açılım üzerine yapılan söyleyişi

İyi görüyorum. Türkiye, Cumhuriyet modernleşmesi adı verilen süreçte, çatışmalı ve gerilimli iki alan üretti. Biri, milliyetçilik, diğeri laiklik. Ulus devletin bu iki temel karakteri, oldukça radikal reformlarla kurgulandı. Bu, giderek toplumsal ve siyasi krizlere müncer oldu. Bugün bu politika ve uygulamaların yol açtığı sorunlu alanları rehabilite etmekle uğraşıyoruz. ‘Demokratik açılım’ diye isimlendirilen süreçte ‘devlet’ seçkinleri kriz üreten alanlarda yasal, anayasal, siyasi ve toplumsal reformlar yapmaya çalışıyor. Bunu, siyasi iktidar yürütüyor ama, ‘devlet’in birimleri ve aktörlerinin de katılımıyla oluyor. Yani ortada kararlı bir bürokratik ve siyasi irade var. İnşallah daha özgür ve müreffeh bir memleket haline geleceğiz.

 

 

Açılımın halka anlatılması konusunda, kafalardaki soru işaretlerinin kırılması noktasında gerekli adımlar atılabiliyor mu?

 

Bu sürecin ‘piar’ının gerektiği gibi ve duyarlı biçimde yürütülmediği açık. Halka anlatılması, geniş bir katılımın sağlanması. Diğer siyasal eğilimlerin, örgütlerin,  ve ‘sivil toplum’un sürece katılması şart. Toplumsal katılım, daha demokratik, daha özgürlükçü ve daha huzurlu bir sürecin oluşması için son derece gerekli görünüyor. Bu reformların, gündelik siyasal kavgalara kurban edilmemesi için de sürecin doğru okunması ve anlatılması zorunlu görünüyor.

 

Bireyler düzeyinde gündelik ilişkilerde sorun yaşanmıyor olsa da, siyasete gelince kılıçlar çekiliyor halk arasında da. Bunlardan kurtulmak çok mu zor, temel değerler üzerinde anlaşamaz mı insanlar? Önce ne yapılmalı?

 

‘Uzlaşma’, tartışma, diyalojik bir iletişim dili geliştirmek mümkün. Bu, şimdilik bizim siyasi kültürümüzde pek gelişmemiş gibi görünüyor ama bunun güçlenmesi umulabilir.

 

‘Kürt sorunu’ Brüksel'den, Washington'dan, İsveç'ten değil, arzın birkaç büyük manevî merkezi olan Konya'dan, Hz. Mevlana'nın kalbinden geçilerek çözülür” diyorsunuz? Bu sözü biraz daha açabilir miyiz?

 

‘Sadece’ kaydını başa almamış gerekiyor. Yani sadece o merkezlerden çözülmez. Biz, imparatorluk mirasına sahibiz. Bir medeniyet geleneğimiz var. Kültürel ve irfani kodlarımız var. Bir bilgelik geçmişimiz, bir irfan belleğimiz var. Bu birikimin içinden geliyoruz. Bizim bireysel ve toplumsal hafızamız bu şifrelerle, kodlarla, mazmunlarla dolu. O müşterek zemin bugün bizim açımızdan güçsüzleşmiş. O gelenekle bağlarımız zayıflamış, örselenmiş. Ama, o zemin ve o hafızanın kodlarını tümüyle devre dışı bırakarak bir yere varmamız mümkün değil. Onu kastettim.

 

Niyazi Mısri ile Mele Ceziri, Bediüzzaman ile Ahmed-i Hani aynı dili konuşuyor, evet, Türkiye’de yaşayan halklar bunun farkında mı? Bu farkındalık nasıl oluşturulabilir?

 

Bu, ‘oluşturulabilir’ bir şey olmaktan çok, yeniden inşa edilebilir, tazelenebilir, hatırlanabilir bir hafızadır. Bizim ‘dillerimiz’ farklı olabilir yani lisanlarımız ama ortak bir ‘medeniyet dil’imiz, bir müşterek duyarlığımız var. O dille yeniden temas kurma imkanlarını araştırmamız gerekiyor. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın son derece değerli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Zaten Başbakan, 3. Olağan kongredeki o ünlü konuşmasında bunu vurgulamıştı. Orada sayılan isimler, bizim ortak medeniyet tecrübemizin içinde yer alıyor. Farklı lisanları kullanarak aynı sırrı anlatıyorlar.

 

Başbakan Erdoğan önce müzisyenlerle buluştu, şimdi de sırada yazarlar var. Demokratik açılım çerçevesinde bu toplantılar önemli mi?

 

Bunları birer zihinsel hazırlık ve istişare olarak tabii ki önemli. Sürece ne kadar çok fazla katılım olursa, farklı düşünceler ne denli çok sürece dahil edilirse o kadar iyi olacaktır.

 

Müzisyenler ve yazarlar bu sürece nasıl ortak olabilir? Ne tür destekte bulunabilirler?

 

Onlar özellikle, kendisini seven, okuyan, izleyen ‘kitle’ açısından etkin birer aktör haline gelebilir.

 

Bir yazınızda, “Yaşadığı ülkenin halkı, kendisini yönetmek, sorunlarını çözmek üzere bir siyasal partiyi tercih ettiği için, 'kendini baskı altında' hisseden ve terk etmeyi düşünen 'dahi'ler de var tabii” diye bir ifadeniz var. Bu dahilere sözünüz?

 

Allah akıl fikir versin diyebilirim, ne diyeyim!

 

“Yeni devlet, etnik temelli seküler ve homojen bir ulus inşası için onlarca sanatçıyı sudan bahanelerle yargıladı, mahkum etti, cezalandırdı ve acı çektirdi. Sanatkarlarına karşı bu denli şedit, bu kadar acımasız başka bir 'devlet' var mıdır bilmiyorum.” diye soruyorsunuz. Sanatçılar için her daim böyle olmamış mı?

 

Olmuş, özellikle adalet duygusu olan, gerçek sanatçılar. Zaten iktidarla uyum içinde olandan sanatçı olmuyor. Sanatçılar, dervişler gibi her türden iktidarı köktenci biçimde dışlayan insanlardır. Ama bizim ulus devletimiz, maalesef çok fazla kıyıcı davranmıştır. Tuhaf bir biçimde bu kıyıcılıktan nasiplenmiş olan bazı ‘sanatçı’larda da ‘katiline aşık olma’ sendromu oluşmuş.

 

 

“Elliyedi yıl önce, 'insan hakları bildirgesi'ne imza koyan ülkemiz, umarım bir gün, hem 'insan haklarının muharriri kim?' diye sorabilir ve hem de en şerefli varlık olarak insanın onuruna yaraşır bir hukuk düzeninin, bir bilim, sanat ve düşünce dünyasının kapılarını aralayabilir” Bu cümlenizde geleceğe dair umudunuzu koruduğunuzu okuyorum. Yanlış mı?

 

Doğru. Hem insanın hak ve özgürlüklerini savunacağız hem de verili durumu sorgulayacağız, bize Batıdan gelen her şeyi kabullenmeyeceğiz.

 

“Biz, bütün bir insanlık milletiyiz, insanlık İslam'dır, İslam ise, adalet ve merhamettir.” Sizce bir insanın bunu anlaması zor mu?

 

‘Anlamak’ güçtür. Anlam, edimle, eylemle ilgilidir. Tatmadan bilinmez. İnsanın gözlerindeki perdelerin aralanması gerekir sanıyorum. Yoksa  teorik olarak bilinebilecek bir mesele değil. Daha doğrusu üstesinden gelebileceğimiz bir şey değil.

 

DİĞER HABERLER
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri Muhtar Adayları Tanıtımı

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri Muhtar Adayları Tanıtımı

11-03-2019 - Röportaj

Din ve Diyanet röportajı

Din ve Diyanet röportajı

03-07-2015 - Röportaj