Kategorilenmemiş
Giriş Tarihi : 01-01-1970 03:00

Üçüncü Bin Yılın Başında Adıyaman’da Bir Filozof, Kazım Yardımcı

BİLAL SÜRGEÇ, yazdı.Yorumsuz olduğu gibi...

Üçüncü Bin Yılın Başında Adıyaman’da Bir Filozof, Kazım Yardımcı

İTHAF

 

Anadolu’nun en ücra köşelerinde hasbi, karşılıksız aydınlık saçan tüm münevverlerimize!

ÖNSÖZ

 

 

Kazım Yardımcı özel hayatında dar bir çevrede yaşamayı tercih etmişti.  Bu yaşam alanı onun münzevi hayatıydı. Bir mahalle büyüklüğündeki bu sahada mahalli idi; ancak ortaya koyduğu fikirler çağlara hitap ediyordu Özellikle tasavvuf,  Ehlibeyt,  İslam Ekonomisi ve Alevilik konusunda asırların getirdiği meselelere parmak basıyor, çözüm yollarını gösteriyordu. Bu haliyle özelde Adıyaman genelde Türkiye

İçin özgün düşüncelere sahipti.  Bu özelliği iletişimsizlik yüzünden ülkemizde pek duyulmadı.

 

Ömrü kifayet etseydi Alevi açılımı toplantılarında orijinal fikirleri olan biri olarak görülürdü.  Aleviliğin hem pratiğini hem de teorisini çok iyi bilen, Sünni kökenli biri olmasına rağmen bazen Alevi köylerine gidip cemlerde semah yöneten,  Alevi derneklerinde İslami kaynaklara dayalı fikirlerini ortaya koyan Kazım Yardımcı’nın bu hususiyetlerini bilen Alevi dedelerinin, zakirlerinin şahitliklerinde onların hayatta bulunduğu bir dönemde bu kitabın yazılmasını elzem gördüm.

 

Bilimin, teknolojinin gelişip, bu alanda yetişen, okuyan Alevi genci karşısında, sözlü deyiş geleneğinden gelen modern ideolojileri bilmeyen, okullardan ve ekollerden eğitim görmeyen dedelik müessesesini ihya etmeği Kazım Yardımcı sanki kendine görev addetmişti. Bunu açık açık yazmamıştı ancak ifadelerinden bu anlaşılıyordu. Çok sayıda üniversite mezununa bu konularda ikna edici cevapları veriyordu.

 

Eğitim müesseselerinin yaygınlaşması, şehir hayatının, sanayi ve ticaretin gelişip iş bulup kendi ayakları üzerine basan geniş bir kitlenin ortaya çıkması, özellikle toprağın servet üreten zenginliğinin kaybolması bunun sonucunda ağalık müessesinin çözülmesi Adıyaman’da pek eski sayılmaz. Derin bir feodal sistem mevcuttu.

 

Şehirli olup kendini üstün bir sınıf sayan köylüye, sanatçıya, gündelikçi işçiye tepeden bakan bir sınıf vardı. Kazım Yardımcı şehrin yerlisiydi. Ailesinden Osmanlı rüştiyesinde, idadilerinde, medreselerinde okuyan kişiler vardı, bir aristokrat sayılabilirdi. Ancak o bu düzene isyan etmişti. İsyanını Adıyaman’da o yıllarda şehir yerlilerinin kendilerinden saymadığı, horladığı “Gevende” diye küçümsediği sanatçılar içerisinde olmakla gösteriyordu. Hatta ağa, bey, paşa diye yerden yere vurduğu feodal sınıfa karşı yazdığı “Nesin sen?”  ile başkaldıran bir şiir yazmıştı.

 

Her konuda fikir müştereğimiz yoktu. O düşüncenin ısız olduğu bir mekânda mütefekkir insandı.  Bu mekâna ışık yakıyordu. Çok yanlış olarak bu değerlerin muhatap olduğu ne işin var Adıyaman’da senin yerin İstanbul Ankara diyenlere kulak asmıyordu. O bir Anadolu mütefekkiri idi. Yaşadığı şehirden, kendini dinleyen sohbet arkadaşlarından memnundu. O gariban çevresinin şefkat babasıydı.

 

Onunla ilgili bu çalışmayı tarihçi sorumluluğu olarak görüyorum. Hayatta iken çevresinden çok eleştiri alan bu insanla ilgili yaptığım bu çalışmanın okunmadan eleştirilip tenkit edilmemesini okunduktan sonrada mutlaka tenkit ve eleştiriye tabi tutulmasını arz ederim.

 

                                                                                                         Bilal  Sürgeç

1 Mart  213

Ankara Gölbaşı

GİRİŞ

 

On yıl öğretmenlik yaptığım Adıyaman şimdilerde nasıldır acaba?

 

 

1990’lı yılların başında kerpiç ve betonarme evlerin sıra sıra olduğu şehir içerisinde buğday ve tütün tarlalarının bulunduğu,  köy ve şehir yaşamının iç içe geçtiği ancak modern  yapılaşmanın da yeni başladığı bir ildi Adıyaman.

 

1954 yılında Malatya’dan koparak bir il haline gelmesine rağmen atılımını henüz yapamamıştı. Irgat nüfus yoğunluktaydı.

 

Sevimli bir kentti. İnsanı, cana yakın ancak tedirgindi. Yabancıya karşı özellikle yaşlı insanı henüz üzerindeki çekingenliği atamamıştı. Bunu asırlarca sürmüş olan ağalık düzeninin baskısına yoranlar vardı.

 

İnsanlar arasında gruplar oluşmuştu.. Hayır işi gören guruplardı.  Bunlar, taziye, hacı görme, hasta sorma ziyaretlerinde ve akşamları bir araya gelmede hep birlikte olurlardı. Şehrin belirli yörelerinde taziye evleri vardı. Buralarda da toplum kaynaşma imkanı buluyordu. Sohbetler yapılırdı.

 

Süleyman Efendinin öğrencilerinin işlettiği düzenli yurtları vardı. Bediüzzaman’ın risalelerini,  Okuyucu, Yazıcı diye anlamaya çalışan cematler vardı.

 

Şehirde Milli Görüş iktidardaydı. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Adıyaman’da da Refah Partisi birinci parti olmuştu.

 

Şehirde meslek yüksek okulu var ancak üniversite yoktu. Ticaret ve sanayi odası yetkilileri her yıl on binin üzerinde Adıyamanlı üniversite öğrencisinin il dışına çıkmasını şehirde harcanması gerekli olan paranın dışarıya kaçması olarak görüyor bunu dengelemenin yolu olarak da Adıyaman’a üniversite kurulmasını istiyorlardı.

Üniversite hem istihdam imkânı açacak hem de üniversite öğrencileri ile dışarı kaçan para ile Adıyaman’a gelecek olan öğrencilerle dengelenme sağlanmış olacaktı.

 

 Devlet hastanesi ile Sigorta hastaneleri vardı. Ancak yetersizdi. Sigorta hastanesi çalışamaz haldeydi. Devlet hastanesinde ise bir çok dal yoktu, hastalar Malatya ve Gaziantep’e gönderilirdi.

 

Eğer ağalık sistemi olmasaydı. Tütün geliri köylüyü daha da zengin ederdi. Çünkü tütün çok önemli bir gelirdi fakat yarıcılık yapanlar kendi toprağını işletmediğinden kazancını yarısı ağaya gidiyordu. Toprağı sahibi ağalığın olmadığı köylerde ise zengilik villa tipli evlerden belli oluyordu.

 

 

Türkü söylemek sanki belli bir guruba ait gibiydi. Bunlar aileden yetişme sanatçılardı. Ancak sosyal bir tabakada sanki alt sınıfa mensuplarmış gibi dışlanırlardı. “Gevende” diye tahkir edilirlerdi. Musikide yetenekleri olduğu gibi sınıfta çok başarılıydılar. Ders çalışmada azimkâr ve ısrarcıydılar.  Hayatın sillesini yemiş olmaktan mı veya hangi sebebe dayandığını psikolog ve sosyologlar araştırmadığı için bilmiyorum bunlar ve ırgatlık yapan gençler üniversiteye girişte çok iyi sonuçlar alıyorlardı. Dersi kaynatmaz, dersi kaynatmaya çalışan arkadaşlarına engel olurlardı.

 

Harfhane adında alkolden uzak şiirli dost ahbap yaren geceleri yaparlardı. Bu geceleri tertipleyen, türkü söyleyen keman, ud, cümbüş bağlama çalan öğrencilerimiz vardı. Bunlar medeniyetimizin oluşturduğu önemli kültür çeşitleriydi. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAZIM YARDIMCI İLE TANIŞMA

 

Final Dergisi Dershanesini işletiyorduk. Bir günde en az on saat derse giren, teneffüslerde dahi soru çözen, Cumartesi ve Pazar tatili olmayan öğretmen arkadaşları hayatın stresinden uzaklaştırmak için ayda bir Urfa’daki sıra gecelerine benzer etkinlikler yapardık. Bu gecelere Adıyaman’da -Harfhane- geceleri denirdi. Bu gecelerin her türlü giderini her ay bir hocamız üstlenirdi. Harfhane geceleri kaprise, küskünlüğe, yorgunluğa ilaç gibi gelirdi.

 

Harfhane geceleri ilim meclisidir; bir eğlence etkinliği değildir.

 

Bu şehirde türkü söyleyenleri küçümseyen ancak düğünlerini de çalgılı yapan bir muhafazakâr anlayış vardı.

 

Bir gün zengin bir ağa iken fakir düşen, ancak gönlünde ve zihninde ağalık düşüncesini devam ettiren, LPG tüpü bayisi işleten bir ağa odamda yayın yapan mahalli televizyonda bir sanatçıyı görüp “vah vah! Bu adamın dedesi ağa idi, hem efendigiller derlerdi. Şimdi gevende olmuş!” dedi.

 

Müzik, insan fıtratında var olan bir duygudur.  Kültürel kimliğin en önemli taşıyıcısıdır. Milleti bir arada tutan ortak bir unsurdur. Kulakta hoş bir seda bırakan, güzel nağmeleri ve hisleri bir araya getiren musiki insanı rahatlatan psikiyatri gibi, tıp gibi bir ilim dalıdır.

 

Yazımızın konusunu teşkil eden Kazım Yardımcı’yı Adıyaman şehir kültüründe var olan keman eşliğinde şiir okunan, Türkü söylenen, fikri ve düşünceye dayalı görüşler anlatılan, adına Harfhane denilen bir gecede tanımıştım.   O geceyi yöneticisi olduğum dershane tertiplemişti.

 Kazım Yardımcı, program başladığında yoktu.  Mahalli müziklerin de meşk edildiği toplantımız seviyeli, ciddi bir şekilde sürüp gecenin ilerleyen saatlerine kadar ilgi hiç azalmayınca bugün Adıyaman’ın mahalli sanatçılarından biri olan Delal Metin’e, yazarının Adıyamanlı olduğunu tahmin ettiğim ancak kime ait olduğunu bilmediğim Sefaletin Böylesi başlıklı acıklı bir şiirden bahsettim. Metin, sadece tebessüm ederek, hiçbir şey söylemeden toplantıdan ayrıldı, yarım saat sonra başında kasketi, yaşı yetmişi gösteren bir zatla içeri girdi. Kendisini tanıtırken isminin Kazım Yardımcı olduğunu söyledi. Meğer merak ettiğim şiirin sahibiymiş. Bu şiiri onbeş yaşında iken yazdığını öğrenmem şaşkınlığımı üzerine daha da celb etti.

Adıyaman’da yaşanan sefaleti resmini, kayısı, pamuk, fındık ve patates toplayan ırgatların çilelerini hiç kimse Kazım Yardımcının Yeşil Adıyaman Gazetesinde 1951 yılında yazdığı şiir kadar acıklı anlatamazdı. Çünkü bu satırları yazdığımda ırgatlık Adıyaman’da bitiyordu. O şiire ilham olacak konu kalmamıştı.

Sefaletin Böylesi

Karşımda

Pamuk tarlasının ortasında

 Topraktan küçücük bir oda

Dışarıda dondurucu rüzgar

Yerde diz boyu beyaz kar

Böyle amansız bir kış gününde

Bu inde inleyenlere

Kurtlar kuşlar mı desem

Çakallar tilkiler mi?

Diyemiyorum ki

Ah bacası da var

tütüyor da

 

 

  2002’nin Ocak ayıydı. Meşk gecemizde Kemancı nam-ı diğer Gavur Hacı da vardı. Hacı, Kazım Yardımcı’nın elini öptü. O Hacı’ya “ Gavur değil Müslüman Hacı! Müslüman Hacı” dedi.

 

Saat 18’de başlayan toplantıya saat 22.30 katılan Kazım Yardımcı musiki konusunda konuştu. Mevlana’nın musiki ile ilgili sözlerine anlattı: Bir gün sohbet toplantısında iken dışarıdan rebap sesi duyulur. Bunun üzerine Mevlana  “Cennetin sesini duyuyorum” der. Orada bulunan müzikten hoşlanmayan bir softa:”bu seste de ne var sanki biz de duyduk.” der Mevlana “bize gelen cennetin açılan kapısının sesi, sana gelen, kapanan kapının sesi” der.

 

Sonra semahı ve semazenlerin dönüşünü Mevlana’nın Pergel Metodu ile izah etti: “bir ayağın Müslüman kültürü içerisinde olacak orada ayağın güçlü şekilde yere basacak diğer ayağınla tüm kültürleri, tüm medeniyetleri ve dünyayı dolaşacak” dedi.

 

Müslümanlar tefekkür etmelidir. Düşünce ve teori ne kadar artarsa belki bazı Müslümanlar zarar görür ancak bundan İslam medeniyeti kazançlı çıkar, Önemli olan İslam medeniyetinin zenginleşmesidir.”

 

Bu sözlerin sahibi, gariban, zavallı, tedirgin kendilerine gevende deyip hakir görülen sanatçıların ifadelerine benzemiyordu. Sesi yükseklerden, derinlerden, tarihten geliyordu. Mevlana’dan, Yunus’dan geliyordu. Cüssesinin zıddına konuşurken heybetli bir hal alıyor sesi heyecandan tir tir  titriyordu. “Biz Müslüman’ız! Biz Batılı değiliz! “

 

Kazım Yardımcı daha ilk cümlesinde zihnimdeki farklı kişiliğini ortaya koyuyordu. Adıyaman gibi kültürel faaliyetlerin sınırlı olduğu bir yerde böyle renkli bilgili kültürlü bir kişilikle ilişki kurmamak mümkün müydü?

 

Harfhane gecesinin sabahında kendisini çevremde tanıdığım herkesten sormaya başladım. Şu bilgileri edindim:

 

“Kendisi 1936 doğumlu şehrin yerlisi Adıyaman için aristokrat sayılacak bir aileye mensupmuş. Gerek tapu kayıtlarını incelemesi gerekse kendi azmi ile Osmanlıcayı çok iyi biliyormuş. Kur’an incelemesi sonucunda Arapça bazı kavramları manaları ile yorumluyormuş şeceresi Haşimi soyuna dayanıyormuş, Tasavufçu ancak sol meyilli biriymiş, Türk Ticaret Bankasının arkasında küçük bir kahvede kuşluk vakti sohbete başlıyor akşam namazına kadar sohbete devam ediyormuş,  Sekize yakın eseri varmış.

 

Ağalık kurumunun en köklü olduğu yerlerde cananlar üzerinde baskının şiddetin uygulandığı Kâhta’da uzun yıllar Tapu müdürü olarak çalışmış. En alt sınıf olarak görülen  “Gevendelerle” birlikte olmayı özellikle yapıyormuş, Müslüman- toplumcu olduğunu özellikle belirterek üsten bakıcı, tehkir eden aristokrat anlayışı yıkmaya çalışırmış! Sekize yakın kitabı varmış… “

 

Adıyaman gibi bir yerde bu kadar özelliğe sahip birini takip etmek, izlemek, onunla konuşmak yeterli neden olsa gerekti… Onunla ahbaplık böylece başladı.

 

 

 FİKİRLERİNİ ANLATIYOR

 

 

Kazım Yardımcı Adıyaman’da apayrı bir dünyanın insanıydı. Yaşadığı dönemde misyonu da mesajı da pek anlaşılmadı. Kendisini anlamaya çalışıyordum ancak çok sayıda itirazlarım oluyordu.

 

 Nevi şahsına münhasırdı. Koca şehirde kimse ona benzemezdi. O da kimseye benzemezdi. Bunun da ispatı onun anlayışını sürdürecek birinin bugün Adıyaman’da çıkmamış olmasıdır.

 

70 yaşında olmasına rağmen müthiş okuyan biriydi. Okuyan insan, deşarj olmak ister, Kazım Yardımcı işte öyle bir haleti ruhiye içindeydi.  Bildiklerini sürekli anlatmak isterdi. Dinleyen çoğu kişi de anlamazdı. Çünkü dinleyip anlamak için birikim gerekirdi.

 

Bir gün bana “ hangi romanları okudun?” diye sordu. Okuduklarımı saydım. Bunlar arasında Tolstoy ve Dostyeviski de vardı. O bana “Tolstoy da coşku var ancak Dostoyevski öyle değil yaşadığı ruhi bunalımlar romanına aksetmiş.”dedi

 

Zamanını  çoğunu Sümer Meydanında ( o zaman Türk Ticaret Bankası şimdi Anadolu Finans Katılım Bankasının arkasında ) bir çay ocağında iş bekleyen gündelikçi işçiler, davul, zurna, bağlama, cümbüş vs kullanan halk sanatçılarının  içinde geçirirdi. Bu da çok ilginç bir ortam arz ederdi. Bu halk sanatçılarının yaşlı olan kısmının okuma yazması bile yoktu. Kazım Yardımcı bunların yanında Divan Edebiyatı, Şiir yapıları, roman tahlilleri, Rönesansın doğuşu kilisenin hataları sonunda dinsizliğin Avrupa’da devlete hakim olmasının getirdiği facialardan, dünyanın yaradılış maddesi, atomdan vs.. bahsederdi. En çok üzüldüğü nokta nüfus mübadelesi ile Müslüman kalmadığı için Girit başta olmak üzere Yunanistan’daki camilerin yıkılmasıydı. Bunda Endülüs faciasının tekrarını görürdü.

 

Kendisinin siyasetle ilgili enteresan görüşleri vardı. Türkiye’nin yönetim bazında bir İslam devleti olduğunu söylüyordu. Ancak devlet Lozan’da Emperyalist güçlere karşı zayıf olduğu için yöneticilerimiz batılılara “laikiz” diyordu. Ona göre: “devlet bazen kendini insanını test ediyordu. Dindar insanı destekliyor, cemaatler kurduruyor fakat cemaatler ülkenin milletin menfaatlerini, kendi kliklerinin önünde tutunca ve bu tutumlarından da vazgeçmeyince devlet onları tasfiye ediyordu. 28 Şubat sıkıntısı biraz da bu yüzden yaşanmıştı. 12 Eylül’den önce ülkücüler, Türkiye Cumhuriyeti kimliğini kendi dernek kimliklerinin önünde tutunca devlet onlardan da ümidini kesmişti.”

 

Kazım Yardımcı,”-Türkiye Anayasa’sının maddelerini çoğu İslam’a uygundur” derdi. “Din devlet birlikte anılırdı. Devlet olmayınca Osmanlı sonrası Balkanlar’da on binlerce İslam eseri –Medrese, külliye, cami, mescid, dergah, hamam- vs yıkılmıştır. Eğer herhangi bir ülkede camiler kapatılır, Kur’an öğretimi yasaklanırsa o ülkede direnmek meşru olur. Çok şükür kendi ülkemizde İbadetler, Kur’an öğrenimi serbest yapılıyor. Devletin kıymetini bileceğiz! Fesatlık (anarşi) bir toplumda karışıklık çıkarmak, suyu bulandırmaktır. Bazı insanlar doğal olarak anarşisttir. Bazıları da bu kişilerle otura kalka onlara benzerler. Bunların kalbinde nur olmadığından göğüsleri dardır. Daima bir sıkıntı içindedirler. Anarşi çıkarmakla hadise yaratıp bununla tatmin olmaya ve sıkıntılarını gidermeye çalışırlar. “

 

 

 2002 milletvekili seçimlerinden bir ay önce bana “Saadet Partisi nasıl bir sonuç alabilir diye sordu:“Barajı geçemez “ dedim ” - yapma! İslami konulara duyarlı bir fikir partisinin TBMM dışında kalmasına çok üzülürüm. Bunlar Meclise fikirleri ile kalite sunarlar.” dedi. O, Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili Amerika’nın bir planı varsa Allah’ın da bir planı var düşüncesiyle Büyük Ortadoğu Projesi ile ortaya çıkan endişelere katılmıyordu. Dış saldırılar insanları uyuşukluktan kurtardığını” söyler tarihten misaller verirdi.

 

 Müslüman dirilişinin er ya da geç gerçekleşeceğini Müslümanların sonunda birlikteliklerini kuracaklarını, bunun kaçınılmaz olduğunu, Müslümanların bölük pörçük yaşamalarının tabiat kanununa aykırı olduğunu söylüyordu.

 

Kendisinin sol meşrepli Müslüman bir toplumcu olduğunu söylerdi. İtiraz ediyordum. İslam’ın yeterli bir kimlik olduğunu, Müslüman ve İslam kavramının eksik bir kelime olmadığını başına sonuna gelip geçici herhangi, beşeri bir ideolojinin isminin konulamayacağını belirtiyordum.  O beni bu konuda ikna etmek için saatlerce anlatırdı. Tabi ikna olmazdım. O da şahsıma gösterdiği teveccühten hiçbir şey kaybetmeden yarın görüşme dileği ile ayrılıyordu.

 

 

 

 BİR FİLOZOF

 

O bir Batıni anlayışı da içeren tasavvufi kitaplar yazıyordu.  16-4-2002’de imzalayıp tarafıma verdiği Varlık isimli kitabında Kuran’ı Kerim’in bir iç bir de dış anlamı vardır. Dış anlamı geneldir. İç anlamı özeldir. İç anlamı çok derindir. Çok yüksektir. “

 

Kazım Yardımcı’nın İç anlamdan kastı Bâtıni anlayıştı.

 

 İtirazım vardı. Kuran anlaşılmak için gelmişti gizemli anlamı olamazdı.

 

Sohbet arkadaşlarımız da söze karışıp, geçen zamanın, gelişen hadiselerin, ilmi gelişmelerin Kur’an ‘da geçen mesajların daha iyi anlaşılmasını sağladığını, ayetin batıni yönünün zahire çıktığını anlatarak Kazım Bey’e destek çıkarlardı.

 

Adıyaman’a Malatya’dan gelmiştim. Üstat Said Çekmegil’in fikir kulubüne devam etmiştim.  Said Çekmegil’in hayatı, bâtıni anlayışlara karşı mücadele etmekle geçmişti.

 

Kazım Yardımcı ise bâtıni tasavvufçu bir filozof’tu.  Varlık isimli eseri tasavvufi konuları anlatan bir felsefi kitaptır.

 

Bu kitap 1970’li yılların başında Adıyaman’da yazılmıştır. O yılların Adıyaman’ın da yazar bulmak bir yana okuma yazma bilen insan sayısı bile sınırlıydı. Böyle bir ortamda felsefi bir kitabın yazılması Adıyaman’ın kültür hayatı için orijinal bir durumdur.

 

Varlık isimli kitabında  “ Hz Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Kuran’ın bir iç bir de dış anlamı vardır. Kur’an en bilimsel kitaptan daha yüksektir. Çok yüksek Tanrısal bir tefekküre dayanır.  Bazı Mollaların sandığı gibi o sadece okumakla bilinmez. Bir cebir, bir matematik ne kadar zor ise Kur’an’ın gerçek anlamına ermek ondan daha zordur.” (s 7)

 

İşte bu cümleyi kabul etmiyordum.  610’da Arap toplumuna gelmeye başlayan bu kitabı o günün nesli anlıyor da internet çağında olan biz niye anlamayalım diyordum.

Tabi İmam Hatip kökenli biri olmam dolayısıyla biraz da şefkatle molla olduğumu ima ederdi.

 

O aslında bir filozoftu. İlk çağ filozofları gibi yaratılış, dünyanın ilk maddesi atom üzerinde duruyordu. “ Atom en küçük bir parça. Bu çok önemli. Atomu ilk sebep olarak kabul eden Eflatun ve onun etkisinde kalan Maturidi ve Eşari’nin yanılmıştır.( s 7)

Güzel ahlaklı kişiye olgun insan denilmiştir. Olgun insanın içi Hak dışı halktır. Yani içi kutsal ruh dışı maddedir.(s.35)

 

 Dünya Güneşten kitle halinde kopmuştur. Hararet sıkışıp yoğunlaşmış, yığın kızıl ateş haline dönüşmüştür. Bu yoğun ateş çok büyük olup halen dünyanın merkezindedir. Bu ateş kütlesinin çevresi çok kalın sert ve parlak mermerle çevrilidir milyonlarca delikler vardır. Ayrıca bu delikler süzgeçlidir. Deliklerden çok kızgın hararetler fışkırır daha yukarı tabakalarda ham petrol şekline dönüşür. (s.51)

 

Varlık kitabı üzerine konuştuğumuzda İnsanı ele alır biraz da Hurufiler gibi şekiller ve anlamlar çıkarırdı.  Ona göre- insanın yüzü, iki taraflı Arapça harflerle Ayn, burnu Lam, ağzı üst dudakları ortadan ikiye bölünmüş şekilde Ya harfleri ile süslenmiş hem en güzel sureti almış hem de insan yüzünden bu harflerin birleştirilmesi ile “Aliyyül ala”  (çok yüce) yazılmıştır bu da insanın üstünlüğünün Yaratıcı eli ile isbatıdır- derdi.

 

Zorlama yorumlar değil mi? Arapça bilmeyen milyarlarca insan var onlar bu yazıyı sökecek? Kazım Yardımcı bu konuda da uzun izahlara girişirdi.

 

Anlaşamadığımız bir başka konu da İbadetlerin gizli yapılması konusuydu. O, Hz Peygamberin farz ibadetler dışında Müslümanları gizli ibadete fazlasıyla teşvik ettiğini söylerdi.

 

Kazım Yardımcı, bu konuda anlamak için onun yaşadığı dönemin şartlarını çok iyi bilmek lazım. O, Sünni kesime mesaj vermeyi değil de sanki Alevi kesime yönelik mesaj vermeyi kendine amaç edinmişti. Hz Peygamberi, Kur’an’ı kabul ettiklerini söyleyen bazı Alevi gençleri namazı sadece Sünnilere has bir ibadet şekli olarak görüyorlardı. Bu arada Adıyaman’da Kanal 7 için çekimi yapılan, başrollerini Gani Rüzgâr Şavata ve Töre Anadol’un oynadığı Dumanlı Yol dizisi çekimleri yapılıyordu. Filimde Gani Rüzgâr Şavata, Sünni bir delikanlıyı Töre Hanım da bir Alevi dedesinin kızını canlandırıyordu. Bu ikili arasındaki aşk evlilikle sonuçlanıyordu. Filmin sonunda gerdek günü ikilinin namaz kılmasını bazı Alevi gençler “bu filim bizi asimile ediyor” diyerek tepki göstermişlerdi. Bunun üzerine Kazım Yardımcı namaz üzerine onlara uzun uzun sohbetler yaptı. Namzı anlatırken sohbet sonunda “ben niyazım” derdi.

 

Yine sol’a meyilli, düşüncede ateizme kadar giden bazı gençler, biraz da Salman Rüşti ve emperyalist batının provokesi ile Kur’an’a saldırıyorlardı.  Bunda Reşad Halife’nin uydurduğu 19 sisteminin Tevbe Suresinin son iki ayetin uymayınca bunları Kur’an ‘dan atmaya kalkışmışı. Bunların Müslüman üzerinde tesiri olmamıştı ancak din duygusuna uzak gençlerin kafasını karıştırıyordu. Reşad Halife ve Salman Rüşti iftirasına kanan gençlere karşı “Ehli Sünnetin elindeki Ku’an da aynı Kur’an’dır; Şiilerin elindeki aynı Kur’andır. Ateistler, materyalistler ve sapıklar Kur’an hakkında şüpheci ifadeler kullanmışlardır. 1400 yıldır böyle sapıklar çıkmıştır.  Selman Rüşti’nin elindeki Şeytan Ayetleri kitabı zırva ve saçmalıklarla doludur. O kitap hiçbir iddiasını isbat edemez.”

 

Uzun yıllar Cem’den kopan, dede tanımayan, köyden şehre göç etmiş, Marksist rüzgârların tesirinde kalan gençliği gerçek Alevilikle, Ehli Beyt’le tanıştırmayı Kazım Yardımcı kendisine iş edinmişti. Bunun için bütün Alevi, Ehli Beyt kaynaklarını tarıyordu. Zaten kendisini Ehlibeyt’e adamıştı.

 

İlhan Arsel, Turan Dursun gibi inanç karşıtlarının tesirinde kalan gençleri bu olumsuz durumdan kurtarmak için  onların iddialarını okuyup zihninde reddiyesini yapmıştı.

 

Bir gün Cemevinde semah yönetti. Kendisi dede değildi ama posta oturmuştu. Bu sırada sazı ile sözü ile Börgenekli Aşık Yusuf zakirlik yaptı.

Cem’den sonra Aşık Yusuf’a “ Kazım Yardımcı Alevi mi?” diye sordum. Börgenekli Aşık Yusuf  “ O büyük bir alim, onun alimliğini, bilgisini Adıyaman’da her Alevi kabul eder, O bir Ehli Beyt aşığı, Sünni kökenli oluşu önemli değil. O bir insan. İlimde kendini isbat etmiş her insan başımızın tacıdır. Allah ruhları siyah beyaz diye yaratmamıştır. Ten’ler renkli yaratılmıştır. İnsan ten’i de ölümle dünyada kalır. Her ruh yücedir. Gerçek Alevi Hz Ali’nin belinden gelen değil yolundan gidendir.” diye izah da bulundu.

 

Çevresi sol gelenekten gelenlerle doluydu.  Sola hitap etmk onun işiydi. Solu da çok iyi biliyordu. Coğrafi keşifler, Rönesan, Reform, Sanayi devrimi, sömürgecilik ile Avrupa tarihini özetleyip sözü Marksın  “din afyondur” sözüne getirirdi. Ona göre Marks, Avrupa’da, zenginleşip halkı sömüren işçiye hakkını ödemeyen burjuva ve onunla birleşen kiliseye çatıyordu. Kilise yozlaştırılmıştı, Hz İsa zamanına dönmesi mümkün değildi. Marks bundan dolayı yozlaştırılmış Hıristiyanlığı ve kiliseyi kast etmiştir. Ey materyalistler ey sosyalistler Al-i İmran suresinin 21.ci ayetini okuyun orada  “Allah’ın ayetlerini inkâr eden peygamberleri, İnsanlara hak ve adalete teşvik edenleri öldürenleri acı bir azapla müjdele”  yazıyor. Bu ayet üzerinde düşünün. Marks’ın din afyondur sözündeki dinle İslam’ın alakası yok” derdi.

 

Kazım Yardımcı Mao’nun Çin’i uyuşturan, Çin’i sömürge altına düşmesine neden olan Budizm’e tepki olarak kültür ihtilalini yaydığını söylüyordu.

 

İslam’ın ekonomik görüşü kendi nevi şahsına münhasırdır, Kominizm’e de, Kapitalizm’e de, Liberalizm’e de karşıdır. O adaleti şöyle izah ederdi: “ -Ya Adil- Allah’ın sıfatıdır. Bir Müslüman’da doğruluk ve adalet niceliği yoksa O’na Müslüman denilemezdi. Çünkü doğruluğun zıddı eğrilik, adaletin zıddı zulümdür. Müslüman hiçbir zaman eğrilikten ve zalimden yana olamazdı. Adalet, ata ot, ite et vermektir.

.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SOL BİR GELENEKTEN GELEN TASAVVUFÇU

 

Kazım Yardımcı Samsat ve Kâhta’da Tapu Sicil Müdürlüğü yapmıştı. Bu iki ilçe de yakın zamana kadar ağalık düzeninin hükmünü sürdürdüğü yerlerdi. Onlarca köye sahip ağa takımı devlet kurumlarına çok rahat müdahale edip yönlendirirlerdi. Maraba dedikleri yarıcıların hiçbir hükmü yoktu. Hatta ağa o yarıcıların da sahibiydi.  Samsat’ta soyadı Tümay olan bir arkadaşımın köyü ağanın biri tarafından zapt edilmiş, hiçbir kurum ve kişi o işgal olayını kaldırtamamıştı. Ağalık düzeninde sosyal bir tabaka anlayışı vardı. Bir ağa kızı, ancak bir ağa oğlu ile evlenebilirdi.

 

Ağalık, Anadolu’da herhangi bir inancın, bir ekonomik sistemin sonucu değil, Osmanlı devletinin toprak sisteminin bozulması ile ortaya çıkmış feodal bir durumdu. Düzen değil düzensizlikti, keyfilikti. Devletin ve adalet sisteminin otoritesizliğinden doğmuştu.

 

2000’li yıllara kadar tarlası olmayan fakir, yarıcı çiftçi bankalardan düşük faizli kredi alamazdı. Ziraat Bankası tapusu olana kredi verirdi. Bankalar milletten topladıkları paraları Merkez Bankasında yüksek faizle değerlendirirlerdi. Yani bankalar resmen devleti soyarlardı. Bu arada Adıyaman’da ocakları söndüren korsan tefeci tayfası türemişti. 2000li yıllardan sonra halkın bankalardan düşük faizli krediye kavuşması kolaylaştı. Faizin düşmesi resmi ve gayri resmi tefecilere ağır darbe indirdi. Faiz sömürü demekti. Kazım Yardımcı’ya göre bunlar kan emicilerdi.

 

 

Tütün getirisi, Atatürk Barajının istimlâk paraları, Turgut Özal’ın getirdiği teşvik kredisi,  Adıyaman’da işletme ruhu bilmeyen patronlar türemişti. İnsanları karın tokluğuna, sigortalarını yatırmadan çalıştırırlardı.

 

Hatta bu görgüsüz durum o kadar yaygınlaşıp, halka da sirayet etmişti ki, apartman çöplerini döktürüp, merdivenleri temizleten, kapıcısına. tek kuruş para vermeyen karşılığında yabani hayvanların ini gibi -2’B bodurum katlarında ona yaşamayı layık gören dünün marabaları bugünün patronluğa hevesli kat sakinleri de Kazım Yardımcı’nın şiirlerinin hedefi oluyordu. O feodal düzendeki ağa ve beyliğe karşıydı. O gündelikçi işçiyi karın tokluğuna çalıştıran herkese karşıydı. Ona göre emeğinin karışığını alamayan her insan, sömürülüyordu.  Binlerin Feryadı başlıklı şiirinde bu durumu şöyle anlatıyordu:

 

Nesin sen?

Ki, binlerce ben

Binlerce ben çalışır

Bir kaşık çorba için

Nesin sen

Hakikat olsan da yıkıl!

İnkâr ediyor artık seni benler

Nesin sen

Ey merhametsiz!

Zalim,

Kahhar,

Nesin sen?

İnsanlığım yüz karası,

Yirminci yüzyılın yalancı ilahı,

Zulüm ile abad

Caniler kumpanyası

Nesin Sen?

.

AdminAdmin